Son yirmi yılın önemli bölümünü yalan ve saadet sarmalında geçirerek toplum nezdinde kredisini yitiren medyanın o sorunlu kesimi, kendisi hakkında gerçekdışı verilerle halkın kafasını karıştırmakta da iyice maharet sahibi oldu.
Dürüstlüğe veda edilirse sonuç böyle olur deyip geçmek de güç.
Çünkü medya demokrasilerin vazgeçilmezi.
Demokrasinin dayanıklılık katsayısı medyanın işi iyi yapmasıyla yükseliyor.
"Bu ülkede medya kendisini dördüncü değil, birinci kuvvet olmaya layık görmektedir. Medya salt habercilik yapmak yerine hem siyasette etkin hem de ticarette karlı olmak istemektedir… En önemli sorun ise demokratik sistemin taşıyıcısı olması gereken medyanın, bu işlevi yerine getiremediği gibi, antidemokratik bir sürecin parçası haline gelmesi."
Değerli meslektaşım Zafer Özcan, yeni kitabı "Arz Ederim"in giriş bölümüne bu tespitleri almış.
Medyanın bir bakıma "ipliğinin pazara çıktığı" 28 Şubat 1997 - 12 Eylül 2010 arasını anlatan bu çalışma, bir mesleğin kendi özüne, ilkelerine ve evrensel standartlarına nasıl gün be gün ihanet ettiğinin güncesi. Günümüzde unutulduğu sanılan, nice dürüst gazeteciyi meslekten soğutan uygulamalar, bir "medya - siyaset - bürokrasi" üçgeni içinde işlenen büyük günahlar, demokrasi ve halk iradesi aleyhine girişilen her türlü toplum ve siyaset mühendisliğini bir bir hatırlatıyor Özcan.
28 Şubat ile Ergenekon arasına "sığamayan" süreci anlatırken şunları da not düşüyor: "Medya her iki süreçte de o kadar meselenin içine girdi ki gazeteciler yeri geldi askeri göreve çağırdı, yer geldi sanık sandalyesine oturdu, yeri geldi bazı gerçeklerin sulandırılması ve karartılması için adeta özel misyon üstlenmiş gibi davrandı."
Kitabın önsözünü de, Nokta dergisinde yaptığı "gereği gibi" yayıncılıkla "bedel ödetilen" bir değerli meslektaşımız, Alper Görmüş yazmış.
Görmüş'e göre 2002'ye kadar aslında ülkede yekpare bir medya bloğu vardı. Bu blok bürokratik devlet ideolojisiyle bütünleşmişti.
"1990'lar boyunca birbirleriyle güya savaşan medya grupları, iş siyasi tercihlerinden dolayı halka haddini bildirmeye geldiğinde, bir gecede birleşebiliyorlardı."
"AK Parti iktidara geldiğinde, mevcut medya yapılanmasının kendisini adeta bir düşman gibi algıladığını ve partiye karşı tavrını bu algı temelinde oluşturduğunu gördü… Medyanın bu durumu AK Parti'yi tedbir almaya sevketti… Bu ülkenin medyası eleştirellikle muhalifliği, muhaliflikle düşmanlığı birbirine karıştırmamış olsaydı, muhtemelen iktidar partisi de böyle bir tedbire başvurmayacaktı."
Kitabın en değerli yanı, medyamızın muhabirlik denilen asli görevi bile isteye ihmal etmesini anlatan, yani "tam üstüne basan" bölümleri.
Zafer öyle ince ayrıntılarla anlatıyor ki 28 Şubat sonrasını, ben de Görmüş gibi "yahu bunu da mı yazmışlar?", "bunu da mı ciddi ciddi savunmuşlar?" diye sorular sormaktan kendimi alamadım, okurken. "Yandaş medya" nağmeleriyle kopartılan vaveylaya bakarken, bu kitaba sık sık başvurmakta yarar var. Kimin nerede durduğunu çok iyi anlıyorsunuz.
Zafer'e tebrikler.