Gazeteye yazar olarak katılan veya ayrılan her yazar ister istemez okurların öyle veya böyle tepkisine ve sorgusunayol açar. Gayet normaldir, çünkü gazete ile sadakat bağı kurmuş her okur, hele okur temsilciliği gibi bağımsız bir kanalla interaktif ilişkiyi de kurabilmiş ise, kendini gazetenin sahibi de sayar. Haklı olarak titizlenir.
Bizim sektörde doğal sayılan hareketlilik, bu gelmeler-gitmeler öncelikle basın-siyaset, medya-iktidar, medya-muhalefet bağlantıları merceğinden incelenir okur tarafından. Okurların kendi "dengeleri" vardır, kafasındaki terazi farklı çalışır.
Köşe yazarlarına bakışta öncelikle hem halka ait gündemle, hem de kişisel zihni ihtiyaçlarıyla bir köprü kurar okurlar; ama şunu da söylemek bunca yıllık okur temsilciliği ardındanmümkün: Ne iktidarla ensetokat olanı fazla önemli sayıyor onlar, ne de körlemesine inadı bir erdem zannedip iktidar ne yaparsa onu yerenleri. Biraz da şaşırtıcı biçimde, hangi eğilimde olursa olsun, bilgili, dürüst, açık ve hatasını teslim etmesini bilenlere değer veren, zekâsını belli etmeyen bir okur profiliyle karşı karşıyayız.
Geçen yazılardan birinde, gazetecisiyaset/devlet ilişkisinde, değişen Türkiye ile birlikte, kentleşen yeni kuşakların hayat bilgisi, sorgulama gücü ve küreselleşen perspektifleriyle birlikte çürümeye yüz tutan bazı yönlerden bahsetmiştim.
Öteden beri, Türkiye'de gazetecinin -ve köşe yazarının-siyaseten "muhalif olması" gereği gibi dar alana sıkıştırılmış bir anlayış hâkim. Eğer bu, gazeteciye demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, ifade ve basın özgürlüğü, şeffaflık vb ilkeler temelinde ısrarla yürütülen bir mesleki icraatın imajı anlamında algılansaydı, o zaman bir sorun olmayacaktı -çünkü gazeteci haberciliğinde bu kriterleri esas aldığı ölçüde gazetecidir-. Ama "muhalefet" deyince maalesef hâlâ, belli bir siyasi partinin veya siyasi bloklaşmanın karşısında, rakip bir siyasi misyonun basındaki temsilciliği, "bizim adamımız" olmak gibi yanlış bir algılama var. Bu yanlış ve tehlikeli anlayışın temsilcilerini hemen her gazetede görüyoruz.
Öyle yanlıştır ki bu anlayış, "misyonun kutsallığı" onun temsilcilerini, şeytani bir tutkuyla yalan yazmaya, yanıltmaya, dezenformasyon yaymaya da iter.
Bir de işin tehlikeli yanı var. Son Ergenekon soruşturmasının, henüz iddia ve kuşku boyutunda da olsa, bazı "meslektaşlarımızı" da içine alıyor olmasını nasıl açıklamalıyız? Şöyle: Eğer siz gazeteciliği kendi kutsal ilkeleri olan, esas işlevi halka dürüstçe her doğru bilgiyi aktarmak sayılması gereken bir uğraş alanı olarak görmez, görenleri küçümser, kendinize demokrasi dışı bazı misyonlar atfederek "yol arkadaşı" olursanız, "tehlike"nin içine girdiniz demektir.
Basında SABAH da dahil sadece bir avuç gazetenin gündemde tuttuğu malum Ergenekon soruşturması, son birkaç yıldır zaten yalpalayarak ilerlemekte olan bir demokrasiye karşı verilen kirli bir mücadeleye bu mesleğin de karıştırıldığının açık işaretlerini veriyor bize. Şöyle denebilir: Eğer bu meslek de kirlenmeden payını almamış olsaydı, bugün ülkede her "ilkeli" gazetede bu soruşturmayla ilgili haberleri sayfa sayfa görecek, "dürüst" köşe yazarlarının üzerine gittiğine tanık olacaktık.
İçinde büyük sırlar taşıyan bir soruşturma, Ergenekon. Gazetecileri kapsadığı ölçüde, derin bir mesleki iç sorgulamayı da gerektirecek cinsten. Kiri pası dökmek için iyi bir fırsat da olabilir, eğer sonuna kadar giderse.
Bu açıdan, bazı okurlarımızın son zamanda işaret ettiği gibi, Ergenekon'un aydınlanmasının üzerine gittiği ölçüde, SABAH, yeni dönemde, sağlam, "içi dışı bir" türden gazeteciliğin de öncüsü olacaktır.