Gazetenin 6 Eylül tarihli sayısında, Ekonomi sayfalarında Doğan PO'yu Bastı, Yabancılar Müdürlerinden Savunma İstedi başlıklı uzun bir haber yer aldı.
Spotta, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK) akaryakıt dağıtım şirketlerine kesilen cezalara atfen şunlar yazılıydı:
"1.6 milyar YTL'lik rekor cezanın ardından hesap sorma süreci de başladı. Kulislerde Aydın Doğan'ın, PO yöneticilerini fırçaladığı, yabancı şirketlerin de Türkiye'deki müdürlerden savunma istediği konuşuluyor ."
Hacer Gemici imzalı haberde "kulislerde dolaşan söylentilere göre" vurgusuyla, Doğan Grubu patronu Aydın Doğan'ın "habersiz olarak Petrol Ofisi binasına gittiği ve "fırça attığı" öne sürülmüştü.
Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı ertesi gün Aydın Doğan'ın yalanlamasını yayımladı.
Doğan, bu mektupta, "(İstanbul'a) Akaryakıt şirketlerine ve bayilere ceza verilmesinden sonra gelmedim, dolayısıyla Bodrum'da oturup Istanbul'da PO ofisine gitmem, orada yöneticileri azarlamam gibi bir şey fiilen mümkün değil" diyordu.
Yani haberdeki bilgilerin doğru olmadığını söylüyordu.
Çok boyutlu tartışma
Fatih Altaylı ayrıntıyla aktardığı düzeltme mektubunun ardından kendi değerlendirmelerini de yazdı.
Ardından, Hürriyet gazetesi köşe yazarı Mehmet Y. Yılmaz da konuya girdi, Altaylı'yı eleştirdi:
"Altaylı, açıklamanın küçük bir bölümünü yayımladı ve şöyle bir de yorum yaptı: "Galiba, Aydın Bey, verilen ağır ceza sonrası PO yöneticilerine biraz sitem etmiş. Onlar da bunu azar olarak algılamış ve dışarı böyle yansımış. Haberin merkezindeki kişi 'Böyle bir şey olmadı, zaten bu konuda yöneticilerimin hatalarının bulunduğuna da inanmıyorum' diyor, ama gazete açıklamanın en önemli bölümünü atlayıp yayınında ısrar ediyor. Artık bu alışkanlıklardan kurtulma zamanı gelmedi mi?"
Tartışmanın bu boyutuna sonra döneceğim, ama önce "meselenin özü"ne, yani haber doğru mu, değil mi?"ye bakalım.
Muhabir Hacer Gemici'den yalanlamayla ilgili görüşlerini istedim.
Yanıtı şöyle:
"Akaryakıt dağıtım şirketlerine gelen 1.6 milyar YTL'lik cezanın ardından sektörde her gün yeni bir iddia dolaşmaya başladı. Cezanın affı ile ilgili hazırlıklar yapıldığı, bu arada akaryakıt şirketlerinin kendi içinde de sorumluları aradığı konuşuluyordu. Gazetecilikte özellikle ekonomi gazeteciliğinde zaman zaman kaynaklarına güvenilen 'kulis haberlere' de yer verilir. Bu haberde de özellikle 'kulis haber' logosu kullanılarak piyasada konuşulanlar aktarılmıştır. Nitekim haberin içinde de 'piyasadaki söylentilere göre' ve 'kulislerde konuşulanlara göre' ifadeleri kullanılarak bu da özellikle vurgulanmıştır. Haberde Aydın Doğan'ın kişilik haklarını yaralayıcı veya zedeleyici herhangi bir vurgu olmayıp sadece yüksek bir para cezasının hem sektörde hem de şirketlerde yarattığı sıkıntı anlatılmaya çalışılmıştır. Ancak tabii ki kişilerin ve kurumların her zaman bu tür haberlerde yanıt hakkı vardır..."
Fatih Altaylı'ya da sordum, şu yanıtı aldım: "Mehmet Yılmaz'ın yazdıkları gerçeği yansıtmıyor. Aydın Bey'den gelen mektubun "Kişisel hitap" bölümleri hariç tamamına yer verdim. 'Ayrıca bu olayda onların hatasının bulunduğuna inanmıyorum' cümlesine yer vermedim çünkü bu bizim haberimizin düzeltilmesine yönelik bir cümle değil, hukuki bir argümandı ve konuyu bizim ele alış biçimimizle alakası yoktu. Yayınladığımız haberi düzelten bölümü de eksiksiz kullandım. Bu konuda Mehmet Yakup Yılmaz'dan ders alacak halimiz yok. Benim yaptığım değerlendirmeye gelince: Bu olay karşısında Aydın Doğan'ın Petrol Ofisi'ni hiç aramadığını, yöneticilerine tek bir kelime etmediğini hiç zannetmiyorum. 600 milyon YTL'lik ceza alan şirketin yöneticilerini bile aramıyorsa bu da ilginç bir haberdir."
Cevap hakkı, haber tarzı
Altaylı, "haberi düzelten bölüm" diyor. Bu ifade önemli...
Çünkü...
Haberin ardından Okur Temsilcisi'ne "çok güvenilir bir PO kaynağı"ndan gelen bilgi, "ortada hiçbir sitem veya azar olmadığı" yolundaydı.
Benim kanaatim, Altaylı'nınkinden farklı. Bana gelen bilgiye güveniyorum.
Ama benim tam bu noktadaki kanaatim çok önemli değil. Zira...
Asıl önemli olan, "haber yöntemi" ve "cevap hakkı" konusu.
"Cevap hakkı" basınımızda müzmin bir mesele olarak kalmakta.
Kulis ve söylentiye dayalı "bilgileri" hemen daima bir açıklama, düzeltme izliyor.
Çoğu kez, "yanlış haber mağduru" kişilerin cevap hakkına saygı gösterilmiyor. Denge kurulamıyor. İnsanlar üzülüyor.
Çoğu kez, "cevap hakkı" belli kriterlere göre kayırma ve ayıklamaya da dayanıyor.
Kabaca, "Güçlülerin cevabı yayınlanır, garibanlarınki hasır altı edilir" demek bile mümkün.
Elbette iyi örneklerini tenzih ederek...