Bazen felaketler insanlara içinde bulundukları coğrafyanın gerçeklerini hatırlatır. Beyrut'un liman bölgesini harabeye çeviren patlama da, hepimize Orta Doğu gerçeklerini mutlaka hatırlatmıştır. Düşünün ki herkesi üzüntüye boğması gereken bu felaketi bir İsrail siyasetçi "Harika bir havai fişek gösterisi izledim" diyerek mutlulukla yorumlamıştır.
Acı gerçekler
İşte bu tür acı gerçeklerin de bulunduğu coğrafyanın adı Orta Doğu'dur. Bu coğrafyada istediğiniz kadar barışçı, uzlaşmacı ve demokrat olun. Rakipleriniz sizin yerinize geçmek kadar bilinç altlarında sizin öldürülmenizi de beklerler. Biz bu gerçeğe 20'nci yüzyılın ikinci yarısında bir başbakanla iki bakan idam edilirken bir kez daha tanık olmadık mı?
Osmanlı'dan kalanlar
Şöyle bir geçmişi hatırlayalım. Osmanlı'da linç edilen ya da katledilen padişahlar da gördük, sadrazamlar da... Cumhuriyet'te de Takrir-i Sükun Kanunu'nun idamlar için yorumlandığını ve idam edilen eski siyasetçileri görmedik mi? Bugünün siyasi üslubunu incelediğinizde gelişmiş bir demokraside görülecek uzlaşmacılığı görüyor musunuz? Kendilerini siyasi yorumcu olarak niteleyen bazı geri zekalılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yakışıksız üslupla saldırmayı marifet sanmıyorlar mı?
Patlama sonrası
Beyrut'taki patlama Orta Doğu gerçeklerini bize bir defa daha hatırlattı. Düşünün ki şu anda Birleşik Arap Emirlikleri'nde Güney Kore işbirliği ile nükleer yakıt üretme çalışmaları yapılıyor. Aynı şekilde Suudi Arabistan da Çin'le anlaşarak nükleer yakıt sahibi olmayı planlıyor. Hiroşima'nın yıldönümünde nükleer faciayı kınamak yerine, yeni faciaları sahneleyecek imkanlara kavuşmak Orta Doğu'nun temel tercihidir.
Despotlar özlenebilir
Orta Doğu'nun acı gerçeklerinden bir diğeri de despotların bile özlenecekleri yönündedir. Saddam sonrası Irak'ın ve Kaddafi sonrası Libya'nın durumları, bu gerçeği doğrulamıyor mu? Mısır'ın Hüsnü Mübrek'i bir despottu. Peki Mısır'ın Sisi'si hümanist bir demokrat mı ki?
Hiç unutmayalım
Biz Türkler olarak Orta Doğu'da inatla demokrasiyi, çoğulculuğu ve özgürlükçülüğü yaşatmaya çalışmamızın kıymetini bilmeliyiz. Beyrut'un içinde bulunduğu feci durum ve Lübnan'ın yakın geçmişte yaşadıklarını hiç unutmayalım. Aynı tablolar Irak için de, Suriye için de söz konusu değil mi? Ya da köklü İran uygarlığı bugünün İran'ını yansıtıyor mu? Lübnan bir dönemde bizim değil miydi?