Çağ dönümlerinde görülen bir değişim sürecini yaşıyoruz... Globalleşmenin ve bilişim devriminin Türk toplumunu da etkilememesi mümkün değildi ki... Ayrıca köylülükten kentliliğe ve tarım ekonomisinden hizmet ve endüstri ekonomisine geçtik.
Ne haftası
Bizim kuşak ilkokuldayken "Yerli Malı Haftası"nı kutlardık. Ben Antepli olduğum için fıs- tık getirirdim sınıfa. Egeliler kuru incir, Malatyalılar da kayısı kurusu getirirlerdi... Bu ürünleri önce sergilerdik, sonra da bunları öğretmenlerimiz yerlerdi. Bugünün okullarında da yerli malı haftası yapılsaydı, mini-endüstri fuarları düzenlemek gerekmez miydi?
Bir ikilem
Eski toplum ve siyaset modelinde yıllarımız "Şeriat mı gelecek" yoksa "Darbe mi olacak" benzeri ikilemli endişeler arasında geçti... Amerika'nın ya da CİA'nın Ankara'da tezgahladığı oyunları, yıllarca demokratik siyasetin yansımaları biçiminde izlemedik mi? Solcu Ecevit'e Amerika'dan ekonominin patronu konumunda Kemal Derviş'in gönderilmesi sırasında bile uyanmamıştık... 12 Eylül darbesinde "Rogers Planı"nın kabul edilmesini bile Atatürkçülüğün yansıması olarak görmemiş miydik?
Balonlar patlıyor
İçinde bulunduğumuz yeni çağın yükselen değeri, şeffaflıktır. Gerçi çoğulcu ve özgürlükçü demokrasi de, diğer bir yükselen değer... Ancak demokrasiye örnek ülke olarak gösterilen Amerikan demokrasisinin bile ne kadar kırılgan olduğu açıkça görülüyor. Seçimle gelen Trump'ın nasıl gideceğini kimse kestiremiyor. Aynı şekilde "İttifak" ve "Stratejik Ortaklık" gibi önemli kavramların da bu dönemde cılkı çıkmadı mı?
Yeni çağa doğru
"Yeni Çağ"a dayanacak olan ve kararsızlıklarla dolu bu geçiş dönemi bir gün sona erecektir. Türkiye yeni çağa hazırlıklı biçimde ve yeniden yapılanma sürecini yaşayarak girme yolundadır. "Kriz" kavramı bile artık eskisinden farklı algılanıyor ve üstesinden daha kolay gelinebiliyor. Yıllar önce aziz dostum Hüseyin Çelik sabır konulu bir fıkra anlatmıştı... Yıllarca sabrettikten sonra kendi kaderimize egemen olmaya başladığımız bu günlerde bu fıkrayı yine hatırladım...
Sabır üzerine
Sivas'ın bir köyünde Eyüp isimli bir kişi varmış. Bu Eyüp, köydeki evini büyütmek için kerpiç yapımına girişmiş. Yaptığı kerpiçleri kurumaları için tarlasına sermiş ve güneş beklemeye başlamış. Ancak güneş yerine bardaktan boşanırcasına yağan yağmur gelmiş. Eyüp'ün bütün kerpiçleri eriyip, yağmur suları ile akmış, gitmiş.
Eyüp yılmamış. Ertesi hafta yine kerpiçleri hazırlayıp, tarlasına sermiş. Ancak kısa süre sonra yine yağmur başlamış ve o yeni yapım kerpiçler de eriyip, toprağa karışmış. Eyüp bu yağmur sağanağı ertesinde yine kollarını sıvayıp, yeni kerpiçler yapmış. Ama onları da bir yeni yağmur eritip bitirmiş.
Bunun üzerine Eyüp tarlada diz çöküp, ellerini göklere açmış,
- Allah'ım ben Sivaslı Eyüp kulunum. Sen galiba beni Hazreti Eyüp'le karıştırıyorsun, demiş.