Yaşadıklarımız, bazı kökleşmiş alışkanlıkların bir anda değişmeyeceğini kanıtlamıyor mu? "Vesayetçi Demokrasi"yi bitirmiş olmamıza sevindik... Demokrasi tarihimizin ayıpları olan "Askeri darbeler" nihayet geride kaldı.
Artık ülkenin yönetimini seçmenler belirliyor. Hukukun üstün olacağı, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiye dönük reformları ve toplumsal barış arayışlarını başlatmışsınız.
Eski alışkanlıklar
Ama bir bakıyorsunuz ki, geçmişin kökleşmiş alışkanlıkları ile siyasal davranışlarını yönlendiren kesimler, askerin veya bürokratik oligarşinin yerine ikame edecekleri yeni demokrasi dışı odakların arayışına girmişlerdir. Bunlardan bazıları kendilerini "Dini Cemaat" olarak sunan bir örgütün güdümüne bile girerler. En kötüsü de bunlardan bazıları, yeni vesayeti, terörizmde, sokak eylemlerinde veya dış güçlerde ararlar. Devleti, güvenliği, ülkenin bütünlüğünü hedef alan komplolar, bunlar için siyasetin yeni yöntemlerini oluşturur.
Sabır ve hoşgörü
Kısacası toplumsal ve siyasal değişim bir günde gerçekleşmez. Rejim değişse bile alışkanlıklar sürer... Ama dünya tarihinden biliyoruz ki sonunda bunlar da değişir. Bu köklü değişim sürecinde değişimin mimarlarının sabırlı, akılcı ve hoşgörülü davranmaları halinde, süreç daha az sancıyla geçilir.
Kısacası sorumluluk, eski alışkanlıklarını sürdürenlerden çok değişimi gerçekleştiren siyasetçilerin sırtındadır. Değişim bütün yönleri ile gerçekleştiği zaman "Başarı" da onların hanesine yazılacaktır.
Demokratikleşme şarttır
Özetle eski öfkeler ve tepkiler dizginlenmeli, eski düzen gibi eski üsluplar da geride bırakılmalıdır. "Demokratikleşme" sanal bir hedef olmaktan çıkartılıp somut göstergelerle belirlenmiş siyasal bir yaşam tarzına dönüştürülmelidir. İktidar olanlar muhalefetteyken yakındıkları durumların, kendi iktidarlarında da devam etmesine izin vermemelidir.
Siyaset önceliklidir
Yaşadığımız serüvenlerin, aksaklıkları ve eksiklerimizi bize öğretmiş olması gerekiyor. Siyaseten çözüm üretilmesi gereken sorunları "Güvenlik alanı"na aktarmamızın, iç barışı nasıl yaraladığını teröre kurbanlar vererek gördük, görüyoruz... Siyasetin asgari müşterekleri oluşturmak mesleği olduğunu görmezden geldik ve kamplaşmalara dayalı bir çekişmeyi demokrasi zannettik.
Artık hepimizin kötü kokuların kaynaklarını öğrenmiş olmamız gerekmiyor mu? Eski ve bilinen bir fıkrayı yeniden hatırlatarak bu konuyu noktalayayım...
Ahmet ve kokusu
Köyden gelip kentte zengin olan amca, yeğeni Ahmet'e başarısını göstermek için onu taşındığı apartman katına davet eder. Ahmet için salonda bir döşek açılır. Gece Ahmet sıkışır ama mahcup bir delikanlı olduğu için amcasını veya yengesini uyandırıp, tuvaletin yerini soramaz. Salonda bir köşede duran saksıdaki bitkiyi kökünden çıkartıp, ihtiyacını saksıya giderir, bitkiyi tekrar saksıya yerleştirir... Ertesi gün de köyüne geri döner.
Aradan birkaç ay geçer... Bir gün köydeki yeğen Ahmet'e amcasından bir telgraf gelir. Şöyledir bu telgraf:
- Oğlum Ahmet. Stop. Nereye ettinse acele telle. Stop. Üç ev değiştirdik, kokunun kaynağını bulamadık. Stop. Amcan.