Yine Amerikalı gazeteci John Reed'in "Dünyayı Sarsan 10 Gün" kitabında anlattığı 1917 Kasımındaki St. Petersburg manzaralarını hatırladım.
O gün Kışlık Saray basılır ve Sovyet Devrimi gerçekleşirken, kentin diğer semtlerindeki insanlar tüm yaşamlarını etkileyecek büyük olayın farkında değildir...
Pastanelerde çaylarını içmekte, tiyatro salonlarını doldurmaktadırlar.
Bu "Farkında olmamak" durumu galiba insanlar için evrensel bir zaaftır.
Meczupluk derecesi
Aynı durumu İvo Andiç'in "Drina Köprüsü" çevresinde, Vişigrad kentinde yaşayan insanlarda da görmez miyiz?
Yüzlerce yıllık Osmanlı İmparatorluğu'nu yerine egemen güç olarak Avusturya-
Macaristan imparatorluğu geçtiğinde o bölgede yaşayanlar, neyin değiştiğini anlamazlar. Ama kısa süre sonra üniformalı adamlar her evin kapısına numaralar yazmaya başlarlar. Arkasından da kapıları numaralanmış evlere vergi mektupları gelir...
Bir de değişimi fark edememenin meczupluk derecesine vardığı durumlar vardır ki bunun en iyi örneğini, Cervantes'in Don Kişot'unda görebiliriz...
Halk devrede
Türkiye bu dönemde yine büyük bir değişimin arifesinde...
Aslında toplum olarak bu tür büyük değişimleri yaşamaya alışkın olmalıyız...
Monarşiden Cumhuriyet'e, Tek Parti'den çok partili demokrasiye hep birlikte geçmedik mi?
Şimdi de halkın seçeceği bir cumhurbaşkanı ile, Parlamenter sistemden bir nevi "Yarı Başkanlık" sistemine geçiyoruz.
Anayasa'da yazılı olmasına rağmen Cumhurbaşkanının tarafsızlığı zaten gerçekte pek olmamıştı... Bugün ise bir partinin desteklediği, gerek icraatı, gerekse iç ve dış siyasete bakış açısı ile "Eski Türkiye"ye başkaldıran bir Başbakan, birikimini ve halk desteğini arkasında taşıyarak en güçlü aday konumunda Cumhurbaşkanı seçilmeye adım adım yaklaşıyor.
Muhalefet partileri
Ama bu yeni dönemin eskisinden çok farklı olacağını öncelikle CHP ve sonra da MHP fark etmemiş gibi davranıyorlar...
Erdoğan'ın karşısına ortak aday olarak çıkardıkları kişinin siyasi birikimden yoksun bulunması ve toplumla aynı yağmurda hiç ıslanmamış olması, bu fark etmemişliğin çok somut bir kanıtı değil mi?
İşin en garip yanlarından biri de gözlemcilikleri ile bilinen ve kendilerine düşünce üreten odaklar olarak bakılan belirli kesimlerin de, bu değişimin çapını görememeleridir... Özellikle medyada bu durum çok yaygın bir tablo olarak karşımıza çıkıyor...
Boş beklentiler
Bunlar artık askeri vesayetin buharlaştığını, belirli çevrelerin siyasete askeri darbeler yolu ile el koyabilmelerinin artık mümkün olmadığını sanki görmüyorlar.
Askeri darbe yerine cemaat örgütlenmesine dayalı darbenin devreye gireceğini zannedenlere bile rastlanmakta...
Bunlardan bazıları Gezi Kalkışması ile seçim sonuçlarının yok sayılabileceğini bile sanmadılar mı?
İleride bunların da romanları yazılacaktır.
Acıklı olan kaç yıldır bir adada mahkûm konumunda izole edilmiş olarak yaşayan Abdullah Öcalan'ın değişimin çapını görebilmesine karşı, bir elleri yağda bir elleri balda, dünyanın her ülkesine ve yurdun her köşesine her dakika gidebilen ve kendilerini açıkgöz sananların, hâlâ eski Türkiye'ye takılmış olmaları değil midir?