Yahya Kemal Beyatlı ile Bebekli bakkal arasında geçen konuşma bir anlamda Türk toplumunun da içinde bulunduğu durumu yansıtmaz mı?
Şair bir yaz günü Bebek'te bir tanıdığının evine gitmek amacıyla yokuşu tırmanmaktadır. Hava sıcak, şair kiloludur. Yorulur, terler... Bir bakkalın önüne konulmuş sandalyeye oturup, mendiliyle terini siler. O sırada dükkânın sahibi dışarı çıkar ve şaire sorar:
- Bir şey mi alacaksınız beyefendi?
Yahya Kemal adama şöyle bir bakar.
- Evet... Biraz nefes alacağım, der.
"Biraz nefes almak" ihtiyacı sade insanlar için değil toplumlar için de geçerli değil midir?.. Başarıyı elde etmekten daha zor olan şey başarıyı elinde tutabilmek olduğu için, özellikle güçlüler, iktidar sahipleri, aşırı zenginler, çok ünlüler her an biraz durup, nefes almak ihtiyacı içindedirler. Süper devletler de bir gün tarihteki bütün imparatorluklar gibi inişe geçmekten korktukları için, zamanı bir süreliğine dondurup dinlenmek fırsatını ararlar.
Kriz yorgunluğu
Ama yaşamın hızı buna pek imkân tanımaz.
Bu açıdan bakarsanız, Türk toplumu yüzlerce yıldır "Kriz yorgunu" değil mi? Çöküp dağılan bir imparatorluğun yorgunluğunu geride bırakıp, Cumhuriyet'le yaşama bir bebek gibi sıfırdan başlayacağımızı ve durup bir nefes alabileceğimizi hayal etmemiş miydik?
"Zaman"ı sıkıştırılmış ve daha yoğun biçimde yaşamaya başladık. Üstelik herkesin her şeyden haberi var. Neticede bilgi ve iletişim çağı yaşanmakta.
Ateşin, yazının, tekerleğin insanlığın hizmetine girmesini izleyen binlerce yılda, bu buluşlar "Teknoloji devrimi" olarak kabul edildi. Oysa bugün, telli telefon bile hemen demode oldu. Yerini bıraktığı cep telefonu, kullanılışından 20 yıl henüz geçmişken 4'üncü kuşak teknolojilere yöneliyor.
Hiçbir şey unutulmuyor
İnsanlık tarihini aydınlatan "Kitap"ları bir düşünün, bir de Google arama motorunun size açtığı bilgi ufuklarını. Bir gazetenin veya bir kitabın sayfasının eni de bellidir, boyu da. Oysa internete girmiş bir bilgisayarın ekranının eni ve boyu belli olsa bile, o ekranda varabileceğiniz derinliklerin ne eni ne de boyu bellidir.
Tüm dünyalılar gibi "Yeni Türkiye"nin insanları da, önceki kuşakların hiç bilmediği ve dolayısıyla ilgi duymadığı konularla, baş başa yaşamak durumunda. Eskiden sorunları biriktirip "Kriz stoku"na atmak ve bunları yüz yıl unutmak mümkündü. Şimdi bu sorunlar sürekli hatırlatılıyor. Her an kendi tarihinizle ve kendi gerçeklerinizle yüzleşmek durumundasınız. Dijital hafızanın hiçbir şeyi unutması veya unutturması mümkün değil. İnsan beyninden milyon kere daha hızlı işlemler yapabilen bilgisayarlar devrede.
Yarış dışı kalınır mı?
Bu durumda "Durdurun dünyayı, biraz nefes alacağım" demek mümkün olabilir mi? Her gün her konuda bir seçim, her alanda rekabet, yaşamın tüm kulvarlarında amansız bir yarış var.
"Ne yapabiliriz" sorusuna verilebilecek cevaplar ise sınırlı.
Ya "Battık, bittik" diye feryat edip, kendinizi kötümserliğin dalgalarına bırakacaksınız... Yahut "Ben de yarışa katılıyorum" diyecek ve dünyada ne oluyorsa hepsini anlamaya, onları yakalamaya çalışacaksınız.
İki durumda da sizi bekleyen şey yine "Yorgunluk"tur. Ancak yarışa katılmanın ödülü de en azından "Çağı yakalamak" değil midir?