Hafta içinde "Acaba bu konuda Washington ne düşünüyor sorunsalı" başlıklı bir yazı yazmıştım.
Şimdi bu yazıyı düzeltmem gerektiğini hissetmekteyim.
Çünkü ABD'nin Türkiye'nin iç siyaseti hakkında ne düşündüğünü anlamak için Washington'a kadar gitmeye gerek olmadığını ve Ankara'daki Amerikan Büyükelçisi'nin söylediklerine kulak vermenin yeterli olacağını, bir kez daha anlamış durumdayız.
Aslında uluslararası ilişkilerdeki "Mütekabiliyet" ilkesinin sadece diplomaside geçerli olduğunun da kanıtıdır bu durum. Çünkü sade biz değil tüm dünya ülkeleri, kendi iç sorunları hakkında Washington'un ne düşündüğünü anlamaya çalışırlar. Buna karşı Washington, diğer ülke başkentlerinin Amerika'nın iç sorunları hakkındaki düşüncelerini hiç merak etmez.
Kimse merak etmez
Mesela Obama'yı devirmeye kararlı olan ve "Çay Partisi" diye bilinen Cumhuriyetçilerin aşırı muhafazakâr kanadının finansörleri David ve Charles Koch kardeşler, Washington'daki Türk Büyükelçisi Namık Tan'ı ziyaret etseler... Bu ziyaretin ertesinde de Kongre'deki Cumhuriyetçiler bütçeyi reddedip, Amerikan devletini durma noktasına getirseler...
Yine de Washington'da kimse
"Acaba Ankara bu konuda ne düşünüyor" diye merak etmez.
Buna karşı Türkiye'de yaşayan bizler sade Washington'dakilerin değil, Pennsylvania eyaletinin kuzeydoğusundaki Pocono dağlarının eteğinde bulunan bir mekânda yaşayanların da, Türk siyasetindeki gelişmeler hakkında ne düşündüklerini merak ederiz... Bazılarımız da uçaklara binip, meraklarını gidermek için Pennsylvania'ya giderler...
Çıkar hesapları
Türkiye'de neler olacağını anlamak için Ankaralıların ne söylediklerini merak etmek yerine, Amerikan coğrafyasından gelen seslere kulak vermek gerçekten daha doğru bilgilere mi ulaştırır bizleri?
Ama bu seslere kapılıp tutumunuzu da bu çizgide belirlediğiniz zaman, elde edeceğiniz faydaların, sizin ve ülkenizin büyük çıkarları ile çeliştiğini de görebilirsiniz. Hele amacınız sadece rakip gördüğünüz kişiye zarar vermek ise, sonunda fıkradaki Türk turistin durumuna düşebilirsiniz.
Bu pazar yazısını da söz konusu fıkrayla noktalayalım:
Davul yapılamayacak...
Batan teknelerinden kurtulup bir okyanus adasına yüzerek ulaşabilen üç turist, bu adadaki vahşi yerlilerin eline düşmüşler. Yerlilerin reisi bunları karşısına alıp, bundan sonra neler olacağını onlara tebliğ etmiş...
-Derilerinizi yüzeceğiz. Sonra bu derilerden davul yapıp, bu davullarla savaş şarkıları çalacağız, demiş.
Arkasından bu üç turiste son arzularının ne olduğunu sormuş...
Fransız turist "Yıllanmış bir şarapla dolu bir kadeh istiyorum" demiş.
İngiliz turist "En iyi tütünle doldurulmuş bir pipo istiyorum" demiş.
Türk turist ise sivri bir bıçak istemiş...
Ona ucu sivri bir bıçak vermişler. Bıçağı alınca bunu karnına saplamaya başlamış.
Bu sırada " Delerim de çaldırmam" diye bağırıyormuş.