Yoksa yine mi yorulmaya başladık.
Ben bu toplumsal yorulmanın yansımalarına Turgut Özal'ın her gün bir reform paketi açtığı dönemde de tanık olmuştum... 32 Sayılı Kararla Türk lirasında konvertibiliteye geçildiği gün, Vehbi Koç telefonla aramıştı beni...
- Turgut Bey'e söyleyin...
Türk lirası konvertibl olduğu için halk bankalara hücum edip, liralarını dövizle değiştirmek isteyecek. Kriz patlayacak, demişti.
Vehbi Bey'in bu sözlerini Özal'a nakledince o gülmüş, "Sen de Vehbi Bey'e söyle. Kimse bankalara hücum etmez, sadece Türk lirasının gerçek değeri ortaya çıkar" demişti.
İhracat atılımı başlatıldığında da "İhraç edecek malımız mı var? Her şeyi ihraç edersek millet aç kalır" diye itiraz etmişti iktisat profesörleri... Turizm atılımına "Turistleri ağırlayacak otelimiz mi var" demişlerdi. İkinci Boğaz Köprüsü açıldığı gün de bugünün en zengin Türklerinin ön sırasındaki bir isim bana gelip "Sen Özal'ı destekliyorsun ama bu Köprü gibi, otoyol gibi lüks yatırımlarla, Türkiye'yi iflasa sürüklüyor" demişti.
Dinlendirildik...
Sonunda bu çevreler 1980 öncesi kadrolara destek verip Özal reformlarını durdurdular. Böylece Türkiye 1991-
2002 arasındaki yılları dinlenerek ve durarak geçirdi... Dinlendirildiğimiz yetmezmiş gibi, bir de post-modern darbe yedik o günlerde.
Şimdi yine nefes nefese her gün dünya ile her alanda rekabet etmeyi amaçlayan bir dönemi yaşamaktayız.
Başbakan Erdoğan'ın yoğun gündemini izlemek bile bazılarımızı yoruyor.
Ekonomiye dönük olarak açıklanan rakamlar, tıpkı Özallı günlerdeki gibi bazılarını endişelendiriyor.
Dünkü AK Parti Grup toplantısında Başbakan Erdoğan'ın açıkladığı rakamlar da bunlara örnek değil mi?
Yorucu rakamlar "
- İhracat geçen ay 13 milyar 798 milyon dolar olarak gerçekleşti.
Bu Cumhuriyet tarihinde tek bir ayda yapılan en yüksek ihracat rakamıdır. Bir başka önemli rekoru da Merkez Bankası rezervlerimizde kaydettik. 2002'de 27.5 milyar dolar olarak almıştık. Şu anda ise Merkez Bankası döviz rezervimiz 135 milyar doları aşarak, 135 milyar 328 milyon dolara ulaştı." Şimdi beklememiz gereken tepkileri artık öğrendik... "İhracatın artması iyi de, ithalat neden azalmıyor" veya "Döviz rezervi gibi cari ödemeler dengesindeki açık da artmıyor mu" benzeri uzman görüşleri duymaya alışmış olmamız gerekiyor.
Aslında eski güzel günlerdeki rahatlığı özlememek mümkün değil.
Eski güzel günler
Kimse ihracata falan bakmazdı.
Keçiboynuzu, palamut benzeri geleneksel tarımsal ürünlerden birkaç yüz milyon dolarlık ihraç edince, olay biterdi.
IMF ile sürekli stand-by konumundaydık zaten. Ekonomiyi Kapalıçarşı'daki altın fiyatlarından izlerdik. Bizden dışarıya turist gitmediği gibi bize de dışarıdan turist gelmezdi. Pan American'ın uçtuğu yerlere ulaşmak bir yana, THY Anadolu kentlerinin çoğuna ulaşmayı bile hayal etmezdi.
Hele bu "Serbest Pazar Ekonomisi" ve dünya ile rekabet etmek benzeri olgular yok mu? Üç tane yerli malı marka otomobil alabilmek için peşin ve bir kısmı açıktan para yatırıp, sıraya girmek ne kadar eğlenceliydi...
İlk sahip olduğum otomobil "Anadol"du ve torpido gözünün üzerinde yapımcı firma olan "Otosan" yazılıydı.
Bir gün ben direksiyondaydım, rahmetli ses sanatçısı Necmi Rıza Ahıskan yanımda oturmaktaydı. Torpido gözünün üzerindeki "Otosan" yazısına baktı, sonra bana döndü "Sen bunu oto san" dedi.
Ah Özal ah... Bizi çok yormuştun.
Şimdi de bu Erdoğan yoruyor bizi...