Karşınızdaki kişinin "Benim hayatım bir roman olabilir" dediğini duymuş olabilirsiniz. Ama bunu söyleyen kişi, bütün romanların aynı olmadıklarını pek düşünmez.
Bazı romanlarda sayfaları nefes nefese çevirirken, bazılarında da durgun yaşamların öykülerini heyecan duymadan izlersiniz.
Mesela Yakup Kadri Karaosmanoğlu "Hep O Şarkı"da romanının kahramanı "Münire"nin yalılarda ve konaklarda geçen heyecansız ve hayal kırıklıkları ile dolu yaşamını anlatır.
Abdülaziz, 5'inci Murat ve Abdülhamit'in padişahlıkları döneminde yaşayan Münire genç kızlığında âşık olduğu Cemil Bey'le evlenememiştir.
Romanın sonunda Münire 50 yaşını geçmiş bir dul kadın konumunda, halasının evine ziyarete gelen Cemil Bey ile yıllar sonra yeniden karşılaşır.
Hayal kırıklıkları
Ve şöyle anlatır o karşılaşmayı:
"Ürkek, sinmiş, hep sıkıntılı bir halde idi. Meğer beni görmek için değil, halamdan kendi mesleki haklarının iadesi için Eşref Paşa'dan ricada bulunması için gelmişmiş. Keşke hiç gelmeseydi. Keşke hiç görmeseydim.
Hayalimde hep o yıllar öncesi Cemil Bey olarak kalsaydı. Şimdi bütün hayatım birdenbire anlamını yitirdi. Kötü olan önümdeki değil, arkamdaki boşluk.
Sanki Cemil Bey ile hiç tanışmamışız, hiç sevişmemişiz gibi."
"Roman gibi bir hayat"a çok farklı bir örneği Beşir Ayvazoğlu'nun son romanı "Ateş Denizi"nin kahramanı Galip Bey'den verebiliriz.
Galip Bey Üniversite Reformu ile Darülfünun'dan kovulduğu için "Rejim Düşmanı" konumuna itilen 1930'ların Türk aydınıdır. Deli gibi âşık olduğu nişanlısı bile bu nedenle kendisini terk etmiştir.
Rejim düşmanı olmak
Galip Bey bir yandan Tamburi Cemil Bey'in yaşamının ve sanatının izlerini sürerken, bir yandan da 1930'lar Türkiye'sinde "Rejim Düşmanı" olarak damgalanmanın yansımalarını kendi yaşamında hisseder.
Türk müziği söylemenin ve dinlemenin bile hoş görülmediği bir dönemdir bu.
Örneğin bugün tabloları müzayedelerde astronomik rakamlarla satılan ressam Hoca Ali Rıza, Atatürk'e suikast iddialarıyla eşi Nadide Hanım, oğlu Nasır, kızları Kadriye, Hamdiye, iki damadı ve tanıdıkları ile birlikte tutuklanmıştır 1928'de...
Beşir Ayvazoğlu'nun "Ateş Denizi"ni okurken, Soljenitsin'in "İvan Denisoviç'in 24 saati"ni hatırladım. Stalin döneminin "Gulag Takımadaları" denilen çalışma kamplarındaki katiller, hırsızlar ve "Rejim Düşmanı" siyasiler, Sibirya'nın tundralarında kurulu bu çalışma kamplarında yaşam savaşı verirlerdi.
Siyaset ve mücadele
Acaba bugünün Türkiye'sini yaşayan insanların romanları nasıl yazılacak ileride?
Savaş yaşamamış Cumhuriyet kuşaklarının siyasi kamplaşmalara ve gerginliklere kurban edilmiş yaşamlarını ele alan pek çok roman var. Örneğin Vedat Türkali'nin "Bir Gün Tek Başına" romanının kahramanı Vedat'ın 1940'lardan 1960'lara uzanan serüveninin benzerlerini kim bilir ne şekilde yaşadı yeni kuşaklar?
Siyaseti "Mücadele" olarak algılayan ve "Uzlaşmak" kavramı sözlüklerinde bulunmayan kuşakların romanlarını bakalım kimler, nasıl yazacaklar...