İmralı Süreci'nin "Nevruz Açılımı"na dönüşmesinin en somut sonucu, önümüzdeki dönemde Güneydoğu'da teröre bağlı ölümlerin olmayacağı değil midir?
Bu sonucu "Ama"larla başlayan cümlelerle görmezden gelmek, neticede
"Siyaset yine devre dışı kalsın ve silahların sesi duyulsun" demek anlamına gelmiyor mu?
Kriz bağımlısı yeteneksiz kadrolara ve vesayetçi demokrasinin ürettiği toplum mühendislerine kurban ettiğimiz kayıp yıllarımızın sonu gelmeli değil mi artık?
Abdullah Öcalan 1999'da Türkiye'ye teslim edildiği zaman onunla diyaloga girilseydi, o dönem başlatılan ateşkes kalıcı bir barışa yönlendirilseydi, kim bilir kaç bin terör kurbanı vatandaşımız bugün yaşamakta olacaktı.
Barıştan üzüntü duymak
Nevruz Açılımı'nın ertesi günü de, Türkiye-İsrail ilişkilerinin uzlaşma zeminine oturacağını gösteren haberler geldi.
Başbakan Erdoğan da, İsrail Başbakanı Netanyahu ile görüşmüş. Hem özür hem de tazminat isteklerimizin kabul edildiği anlaşılıyor.
Bunlar sağlıklı yöndeki gelişmeler değil mi?
Bir de Gazze'ye uygulanan İsrail ambargosu kalkarsa, Türkiye'nin Ortadoğu'daki ağırlığı iyice anlaşılmayacak mı?
Ve siz hâlâ Nevruz şenliklerinde açıklanan barışa değil, "Bayrak var mıydı yok muydu"ya takılın...
Diyarbakır'daki Nevruz'u protesto etmek için olacak, büyük bir Türk bayrağı asılmış Ankara'daki CHP Genel Merkezi'ne... O bayrağı şehit cenazelerinde tabutlar üzerinde görmeye devam etmek, siyasetin doğasına daha mı uygundu? "Ölümler bitiyor, barış ortamı geliyor" diye bir ümit ışığı belirse bile bundan ancak mutluluk duyulmaz mı?
Siyasetin silahların yerine geçmesi, derin devletin sürekli aşağıladığı ve sırasında bir muhtıra ile devirip yasaklı ilan ettiği siyasi kadrolar için bir dönüm noktası değil midir?
Bütün bu gerçekleri "Ama" ile başlayan bir cümle içinde yok saymak evrensel akla sığar mı?
Hastalıklı tutumlar
1999'dan beri İmralı'daki hücresinde tek başına yaşayan Abdullah Öcalan bile dünyanın ve Ortadoğu'nun içine girdiği yeni dönemin koşullarının eskisinden ne kadar farklı olduğunu görebildi.
Silahların susmasını istiyor, Misak-ı Milli sınırlarından söz ediyor, Türkleri ve Kürtleri ayıran değil birleştiren ortak değerleri vurguluyor...
Siyasetin yerine silahların sesinin duyulduğu Irak'ın, Suriye'nin durumları ortada.
Ve siz hâlâ "Ya Beşar Esad kazanırsa" ihtimaline mi oynayacaksınız?
Siz hâlâ "Barışı Tayyip Erdoğan getirecekse olmaz olsun bu barış" diyenlerden misiniz?
Bıktıran "ama"lar...
Farkında değil misiniz?
Tabular yıkılıyor... "Kürt Realitesi"ne ilişkin her konu ve her sorun her gün her forumda özgürce tartışılıyor artık. TBMM'de bir de BDP var şimdi...
Anayasa Mahkemesi siyasi partileri musluk kapatır gibi her dakika kapatamıyor.
Bu saati geriye döndürüp tüm bunları yeniden "Güvenlik Sorunu" kapsamına almaktan ve siyaset alanı dışına çıkartmaktan yana mısınız? "Ama"larınızla gerçekten bıktırdınız herkesi.
"Barış geliyor, artık insanlar öldürülmeyecek" haberinden kederlenmek bir ruh hastalığının göstergesi değil midir?
Önce Öcalan şimdi de Netanyahu doğru olanı yapıyorlarsa, bu sizi çok mu üzüyor?