"İmralı Süreci" başarıya ulaşır ve amaçlanan barışın ilk aşaması olan terör eylemlerinin sona ermesi gerçekleşirse, varlık sebeplerini "Çözümsüz Krizler"e endeksleyen kesimler kendilerini boşlukta mı hissedecekler?
Türkiye dünyadaki tek ülke değil.
Ayrıca her ülkenin bazıları kendine özgü, bazıları da global konjonktürden kaynaklanan sorunları var.
Bu sorunların en rahatsız edici olanları da, iç ve dış savaşlardır, terördür, ırkçılıktan veya inanç farklılıklarından kaynaklanan toplumsal nefret dalgalarıdır, kokuşmuşluktur, ideolojiye ya da nepotizme dayalı despotluktur.
Çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin egemen olduğu ülkelerde bu sorunlar toplum önünde tartışılıyor ve giderek çözümler bulunuyor.
Düşünün ki Kennedy'nin başkan seçildiği dönemde bazı eyaletlerde siyahların oy hakkı yoktu. Şimdi siyah derili Obama ABD Başkanı...
Kriz sakızı çiğnemek
Bu tür gelişmişliğin bir başka tezahürü de, o toplumların düşünce üreten odaklarının aynı anda birden fazla konu ile ilgilenebilmeleridir.
Sadece kriz sakızı çiğneyen bir aydın yapılanmasının sağlıksızlığını, o toplumların insanları geçmiş deneyimlerle görmüşler ve reddetmişlerdir.
Türkiye de "İdeolojik devlet" yapılanmasını geride bırakma sürecinde ilerlediği ölçüde, bu tür sorunlarına çözüm üretebilmeye başladı.
Çözümsüzlüğün dayanaklarını oluşturan "Tabular" birer birer yıkılıyor. Klişeleşmiş nefret söylemleri, giderek daha az duyulmakta.
Ama belirli kesimler bu değişimden hoşnut değil.
Bütün söylemlerini "Barış" üzerinde oluşturanlardan bazılarının da, gündemdeki barışı arama çabalarına olumsuz yaklaşmaları şaşırtıcı olsa da bir gerçek.
Kriz bağımlıları
Çok yüzeyde bir tahlil yapıldığı takdirde bu "Sözde barışçılar"ın aslında "Özde kriz bağımlıları" oldukları söylenebilir.
Bir de çoğulcu siyaseti rakiplerin birbirlerinin kalesine gol atmaktan öteye anlamayı reddeden bir yaklaşım var gündemde.
Siyaset anlayışımızın kronik hastalığının yansıması olan "Edirne'ye Enver gireceğine Bulgar girsin" yaklaşımı, bugün de "Barışı Tayyip gerçekleştireceğine, barış hiç olmasın" şeklinde sergilenmiyor mu?
Aynı yaklaşımların Turgut Özal Türkiye'yi bir başka çağa taşımaya çalışırken de tekrarlandığını görmedik mi? "İhracat yaparsak aç kalırız" diyen iktisat profesörlerinin Özal'ı eleştirdiklerine tanık olmadık mı?
Ama yaşayarak öğrendik ki bütün bunlar nafile çabalardır.
Ceplerinde akıllı telefonları taşıyanların sürekli akılsızca davranmaları, onları en azından gülünç kılar... "Bilişim Çağı"nda barışın kaynaklarına ulaşmak yerine krizi aramaları, sadece abesle iştigaldir.