Bazı düşünürler olmayana ergi metoduyla tarihi irdelemeyi denerler.
Bu bir nevi "Teyzemin sakalı olsaydı amcam olur muydu" benzeri bir arayıştır.
Şöyle ki...
- Fransız İhtilali olmasaydı, Avrupa tarihi nasıl değişirdi?
- Napolyon İngiltere'yi yenseydi, bu ülkeye cumhuriyet gelir miydi? Ya da bu ülkede trafik sağdan mı olurdu?
- 2'nci Dünya Savaşı'nda Pearl Harbour baskını ile Japonya Amerika'ya savaş ilan etmeseydi, Çin komünist olur muydu?
Olmayana ergi metodu ile bizim tarihimizi de irdelemeyi deneyebiliriz...
Türkiye üzerine
Mesela...
- Abdülhamit devrilmeseydi ve Türkiye İttihatçıların yönetiminde 1'inci Dünya Savaşı'na katılmasaydı, Cumhuriyet kurulur muydu?
- 27 Mayıs darbesi olmasaydı, 1961'de yapılacak genel seçimleri CHP kazanabilir miydi?
Aslında yaşanan tarih ile öngörülen tarih arasındaki farklar da çarpıcıdır.
Karl Marx'ın dünya düşünce tarihini etkileyen bilimsel kehanetlerine göre, proletaryanın sömürgen sınıf burjuvaziyi tasfiye etmesi ve "Sınıfsız Toplum"un egemen olması gerekmez miydi?
Ama Sovyet modelinde emeğine değil parti üyeliğine dayanan yeni bir sınıf (Nomenclatura) oluştu.
Emekçileri onlar sömürdü.
Kapitalizm ve burjuvazi
Anti-Marksist dünyada ise, burjuvazi yine tasfiye edildi.
Ama burjuvaziyi proletarya değil, kapitalizm tasfiye etti.
Kuşaklar boyu mülkiyet kalelerinde statülerini ve varlıklarını koruyan burjuvalar, global kapitalizmin amansız rekabet ortamına ve kronik krizlerine dayanamadılar.
Sermaye sahipleri olan girişimciler ve kapitalist ekonomilerin en hâkim kesimi olan "Orta Sınıf" çıktı sahneye.
Bütün bu öngörüler ve bunları yalanlayan gerçekler arasında hâlâ izah bekleyen sorular var dünya tarihine ilişkin olarak.
Örneğin Sovyetler Birliği de, Çin halk Cumhuriyeti de komünisttiler.
Neden Sovyetler'in mirasçısı olan Rusya dünya ticaretinde sadece ham madde kaynakları ile ağırlığını hissettiriyor.
Ve buna karşı hâlâ Komünist partisi tarafından yönetilen Çin nasıl oluyor da dünya endüstrisinin bir nevi üretim merkezi ve bir anlamda Amerika'nın en büyük ticaret ortağı konumunda?
Hem dost hem düşman
Dünya merkez bankaları arasında Amerikan hazine tahvillerinin en büyük stoku Çin'de şimdi.
Galiba hiçbir olay tek boyutlu değil.
Amerikan siyasi sözlüğünde "Frenemies" (Yarım düşman-Yarım dost) diye yeni bir kavram var. Bu kavram ülkelerin çatışan çıkarlarına karşın "Karşılıklıbağımlılık" larını da ifade ediyor. Çin ile Amerika böyle değil mi mesela?
Tıpkı bizim İran'la olan dost-düşman içerikli ilişkimiz gibi bir durum bu.
Veya bugünkü Suriye rejimi ile aramız açık olsa bile Türkiye-Suriye ilişkileri sonsuza kadar bu çizgide sürebilir mi?
Kısacası günlük siyasetin gergin polemikleri arasından sıyrılarak zaman zaman dünyayı durdurup düne ve yarına daha geniş açılardan bakmakta sayılamayacak kadar çok yarar vardır.