Kent yaşamının en hayati önemli olgularından biri olan trafik, şu anda İstanbul'da ciddi bir krizin konusu...
İstanbul'un bir yakasında evi diğer yakasında işi olan ve her gün belki de birkaç kez karşı yakaya geçmek durumunda bulunanlar için, altı saate varan trafik kilitlenmesine takılmak, günlük yaşamın kaçınılmaz bir parçası halinde.
"İstanbul'un köprülerini onarmayın" demek tabii ki mümkün değil.
Veya "İstanbul'un bu kadar büyümesine göz yummak yanlıştı" diyerek durumu eleştirmek için de, artık vakit çok geç.
Benim gibi yaz tatilini İstanbul dışında geçirmek olanağına sahip olan kesim için, İstanbul'un trafik krizi sonbaharda sona erecek bir olgu gibi görülebilir.
Ama biliyoruz ki köprü onarımı bittikten sonra da İstanbul trafiği çözüm bekleyen bir sorun olarak kalacak.
Alternatif yollar
Trafik krizinin etkilerini daha az hissetmenin yollarından biri ulaşımda denizi daha fazla kullanmak. Bir diğeri de toplu taşıma araçlarının daha fazla kullanılması...
Ama bu konuda da mevcut imkânlar ihtiyacı karşılamaya yetmiyor.
Ayrıca özellikle Fatih Sultan Mehmet Köprüsü sade kent içi ulaşımın geçiş yolu değil ki.
Hem şehirlerarası, hem de kıtalararası trafik bu köprüyü kullanıyor. Üçüncü köprü yapılabilirse, herhalde şehirlerarası yolcu taşıyan otobüsler ve TIR'lar, Fatih Sultan Mehmet trafiğini boşaltacak.
Bırakın üçüncü köprünün yapılmasını, mevcut köprülerin onartılmaları bile pek kolay olmuyor.
Bir şerit daha
Karayollarının sözcüleri, Köprü onarımının daha hızlı yapılmasının mümkün olmadığını söylemekle kalmadılar. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün bir şeridi daha trafiğe kapandı... Bir avuç pilot Hitler'in İngiltere'yi işgal etmenin ilk adımı olarak başlattığı hava saldırısını durdurmayı başardıkları zaman, Başbakan Churchill 1940 Ağustosunda "Bu kadar az kişiye bu kadar çok insanın borçlanması" olarak yorumlamıştı durumu.
İstanbul trafik krizi de "Bu kadar az kişinin aldığı kararın bu kadar büyük bir kesimin yaşamını kilitlemesi" şeklinde yorumlanamaz mı?
Bir yetkili "Bir şeridi daha kapatın" dediği zaman, trafik krizine takılma süresi 1-2 saat daha uzuyor.
Sonuçta şu an okuduğunuz satırlarda da görüldüğü gibi, biz gazete yazarlarının durum üzerinde çeşitlemeler yapmaktan öteye yapabileceği bir şey pek yok.
Bir okur mektubu
Bu da kriz sakızı çiğnemekten öteye bir anlam taşımamakta.
Sayın okurum Mehmet Uyanık'ın gönderdiği mektuptan birkaç cümle alarak bu yazıyı noktalamaktan başka çare bulamıyorum:
"Sabah 10'da Maslak'ta toplantıya yetişmek için aksamdan uykum kaçtı. Dragos'tan Maslak'a nasıl gidilir? Dolmuşla mı, trenle mi, otobüsle mi, metrobüsle mi, gemiyle mi, vapurla mı? Karar verdim sabah 6.30'da evden çıkabilirsem arabayla köprüyü geçebilirim, yoksa en iyi çözüm dolmuş, metrobüs.
Bu nasıl hayat, bu nasıl şehir? Böyle bir hayat artık kanıksanmış, İstanbul'da yaşamanın bedeli sayılıyor. Söyleyince "Alışırsın İstanbul'a" deniliyor. Herkes bu keşmekeşte bir yer, bir rant edinmeye çalışıyor.
Yanlış hayatı yaşamak
Her sabah Dragos'tan Gebze'ye işe gidiyorum. Sahil yolundan mı, otobandan mı, köyden mi, kentten mi, sanayi çarşısından mı geçiyorum anlayamadım. 7 kilometrede 18 trafik lambası var. Böyle yolda işe gitmek normal midir?
Geçen gün kırmızı ışıkta durdum arkadan gelen araç duramadı vurdu arabama. Araba önemli değil, tamponda biraz hasar... İndik arabalardan, beni rahatsız eden, suçlu hissettiren şu: Bir de baktım arkamızda bütün sahil yolu benim eski arabamın tamponu için saygı duruşunda bekliyor.
Burada bir yanlışlık var ama ben bulamadım yanlışı. Ne güzel demiş Adorno: "Yanlış hayat doğru yaşanamaz!"