Google veya Youtube gibi siber bellekler hayatımıza girdiğinden beri, beynimizin bellek hücrelerinin işlevleri azaldı sanki.
Acaba bir çeşit Darwinci yaklaşımla, ilerideki insanların beyinlerinin bellek bölümünün yok olacağını söyleyebilir miyiz?
Aslında fena da olmaz bu. Çünkü hiçbir şeyi unutmamak ve daha kötüsü bazı olayları yanlış hatırlamak çok da iyi değildir.
Örneğin sizin geçmişteki başarısızlıklarınızı hep başkalarının kötü niyetlerine bağlamanızda ve onlara sürekli kin beslemenizde, ne gibi bir yarar olabilir ki?
Olsa olsa kan davaları ürer...
Ayrıca geleceğe hep ürküntü ile bakılır. İnsanın girişimci dürtüleri, yerlerini ürküntüye ve hatta pısırıklığa bırakır.
Teknoloji doğru bilgiye ulaşmayı kolaylaştırdıkça yukarıdaki durumların azalması gerekiyor.
Cep telefonları da minibilgisayarlara dönüşünce bilgiye ulaşmak konusunda zaman ve mekân gibi olgular önemsizleşti.
Bilgi ve takıntılar
Ama yine de yanlış bilgilere dayalı takıntılarımız, saplantılarımız ve önyargılarımız sürüyor.
Gerçekler ile bunları algılamamız arasında her zaman uyum yoktur.
Çok bilinen bir öyküdür...
Çok katı yasakları olan bir tarikatın üyesi olan iki keşiş, bir görev için uzun bir yolculuğa çıkmışlar. Yolculuk sırasında kurallar gereği kimseyle ve özellikle kadınlarla konuşmaz, iletişim kurmazlarmış. Hatta birbirleriyle bile konuşmaları yasakmış.
Bir nehir kıyısına gelmişler...
Kıyıda, oldukça açık giyinmiş ve çok güzel bir kadın oturmaktaymış.
Kadın keşişleri görünce ayağa kalkmış, cilveli bir sesle onlardan kendisini karşıya geçirmelerini istemiş... Bunun üzerine keşişlerden biri diğerinin şaşkın, hatta kızgın bakışlarını görmezden gelerek, kadını sırtına alıp, nehrin karşı kıyısına geçirmiş...
Beyninde taşımak
Karşı kıyıda kadın kendisini taşıyan keşişin sırtından inerken pek acele etmemiş. Teşekkür ederken biraz da sarılıp, cilve bile yapmış.
Kadını geride bırakan keşişler sessiz yürüyüşlerine devam etmişler...
Epeyi bir süre geçmiş bu olayın üzerinden.
Birden biri diğerine dönmüş,
- Bütün günahlardan uzak durmaya yemin etmiştik. Nasıl oldu da o kadına dokundun ve onu taşıdın, diye sormuş.
Kadını taşıyan rahip, gülerek cevap vermiş:
- Ben onu nehrin öbür kıyısında bıraktım. Ama görüyorum ki sen hâlâ taşıyorsun!
Kıssadan hisse çıkartmayı denersek...
Bu hikâyede anlatıldığı gibi, hatırlamak bazen yaşamaktan daha ağırlıklıdır insan beyni açısından...
Bir de hatırladıklarınızın yanlış olduklarını düşünün.
Kendi gençliklerinde siyasetin daha ilkeli, herkesin daha namuslu ve her yiyeceğin de daha lezzetli olduğunu anlatan yaşlılara rastlamaz mısınız?
Nerede o eski kavunlar
Pembe tablo içinde anlatılan geçmişe dönük bu sanal mutluluk öyküleri, bugünü karalamak için kullanılmasalar mesele olmayabilirler.
Bu öyküler bir de resmi ideolojinin öğretileri olarak eğitimle yeni kuşaklara da ezberletilince, iş iyice çığırından çıkar.
"Değişim" ve "Gerçekçilik" devletin, rejimin ve bütünlüğün tehdidi olarak görülürler.
"Statükoculuk" ile "Devrimcilik" birbirlerine karıştırılır.
"Kentlileşme" modernleşme olarak değil de, cahil köylülerin eski kentlileri tehdit etmeleri olarak yorumlanır.
"Çevre"nin merkezleşmesi, eski merkezin sakinlerini "Ürkek beyazlar" konumuna iter.
Siz istediğiniz kadar "Artık beyaz bir sayfa açıp yarına dönelim" deseniz de, bu çağrınıza cevap alamazsınız.
Eski olmanın ağırlığı
Tabii bir de "Eski dünyalı" olmak meselesi vardır coğrafyanızda ve sosyo-politik yapınızda.
Yıllar önce konuştuğum önemli bir Amerikan siyasetçisi bu durumun dış politikaya yansımasını şöyle değerlendirmişti bana:
- Eski dünyanın, engin tarihinden kaynaklanan bir hafıza sorunu var. Örneğin Türk-Yunan barışı için araya girince, iki ülke yetkilileri de geçmişte birbirleri ile yaşadıkları olumsuzlukları, yaptıkları savaşları hatırlıyorlar. Düne ait sorunlarla uğraşmaktan bugüne ve yarına gelemiyoruz... ABD genç bir devlet olduğu için, biz ikili ilişkilerimizde dünle değil, bugün ve yarınla uğraşırız.
Saplantılı olmak yerine pragmatik olmayı seçeriz.
Bu durumun siyasal düşünceye yansımalarını "Sevr Fobisi" veya "Bölünme Fobisi" gibi örnekler içinde görmüyor muyuz?.. Kurtuluş Savaşı'nı kazandığımızı hatırlamak yerine, 1'inci Dünya Savaşı'nda yenildiğimizi hiç unutmamak, buna bir örnek değil mi?
Ne dersiniz?
Google, Youtube veya akıllı cep telefonları bizi değiştirebilecekler mi?