Sosyo-politik yaşamımız birbirinin tekrarı olan film senaryolarına benzemiyor mu?
Ne zaman ne olacağını adeta önceden biliyor gibiyiz.
12 Haziran seçimlerine gidilirken terörün tırmandırılacağını, demokratik uzlaşma ortamını sabote etmeyi amaçlayan girişimlere tanık olunacağını tahmin etmiyor muyduk?
Etiler'de patlatılan bomba bizi çok mu şaşırttı? PKK'nın Kastamonu'da koyduğu eylem hiç mi beklenmiyordu?
Yönetmenliğini Bryan Singer'in yaptığı, başrollerden birini Kevin Spacey'in oynadığı "Usual Suspects" (Olağan Şüpheliler) filmini hatırlar mısınız?
Bir araç kaçırılması ile ilgileri olmayan ama sabıkaları dolayısıyla her olayda gözaltına alınan beş zanlı vardır. Bunların polisten intikam almak için bombalı bir eylem planladıkları düşünülmektedir. Oysa onları uzaktan güden ve kim olduğu bilinmeyen beyin, sonunda 27 kişinin öleceği bir bombalı eyleme yönlendirmiştir onları...
Filmde "Keyser Söze" olarak adlandırılan bu beynin, söz konusu beş olağan şüpheli ile de görülecek hesabı vardır neticede.
Bizde de demokrasiyi ve siyasal istikrarı hedef alan her eylemde aklımıza gelen "Olağan şüpheliler" yok mu?
Mantığımızı hep bu yönde çalıştırırız.
Olağan şüphelilerimiz
Örneğin Kürt seçmenleri temsil eden partiler parlamentoya girdikleri zaman, bundan kimlerin huzursuz olacaklarını ve hangi odakların barışçı çözümü engellemeyi amaçlayan eylemler planlayacaklarını tahmin ederiz.
"Çözüm çözümsüzlüktür" siyasetinin sahipleri, bizim "Olağan Şüphelilerimiz" dir.
Aynı şekilde "Merkez"i azınlıkta bırakan bir çevre partisi seçim kazandığı takdirde, kimlerin güç kaybına uğrayacaklarını ve askeri darbeler dahil demokrasiyi hedef alan her türlü girişimi kimlerin devreye sokacaklarını da biliriz. "Cumhuriyet Muhafızları" diyebileceğimiz ve kendilerini "İdeolojik Devlet" in sahipleri olarak gören bu kesimler de "Olağan Şüpheliler"imiz arasındadır.
Burada cevabını tam olarak araştırmadığımız soru "Beyin kim" şeklinde belirleniyor.
Dış güçler unutuldu
Soğuk Savaş öncesinde ve tek parti döneminde "İngiltere"yi, "İttihatçı kalıntıları" nı, "Hilafet özlemcileri"ni, "Şeriatçılar" ı falan şiddet eylemlerinin arkasındaki güdümleyici beyin olarak görmeye alışkındık.
Soğuk Savaş döneminde "Moskova", "Komünistler", "Maoistler" her şiddet eyleminin beyin takımları olarak görüldü.
Rejimin sahiplerinin "İç ve dış güçler" diye başlayan suçlamalarını duymaya hemen her dönemde alışmıştık.
Bugün ise "Ergenekoncular", "PKK" ve "Derin Devlet"ten geriye ne kaldıysa onların olaylardaki katkısını anlamaya çalışıyoruz. "Dış güçler" adeta unutuldu.
Arap ülkelerindeki ayaklanmaları ayrıntılara girmeden "Demokrasi özleminin seslendirilmesi" olarak niteleyen kaynakların yorumlarına kaptırdık kendimizi.
Kolaycılık içinde miyiz?
Irak'ın işgali ertesinde ortaya çıkan yeni yapılanmaların Türkiye'ye etkilerini hesaba almayan, Türkiye'nin İsrail'e karşı izlediği politikanın yansımalarını irdelemeyen, Suriye'deki kargaşanın bize dönük sonuçlarını pek tartışmayan bir kolaycılık içindeyiz.
Türkiye'deki muhalefet partilerinin yeniden dizayn edilmelerini amaçlayan yasa ve ahlak dışı girişimleri de, bu partilerin iç meselesi olarak görmeyi daha kolay bulmuyor muyuz? Bazıları ise "1 Mart tezkeresi kabul edilseydi ve ABD ile Irak'a girseydik ne PKK ne de Kürt sorunu kalırdı" demekteler.
İşi abartmanın ve olağan şüphelileri güden beyni dışarıda aramanın "Komplo teorilerine kapılmak" gibi bir risk taşıdığı da bir gerçek. Ama önceden görebildiğimiz gerçek de ortada.
Olağan şüpheliler ve kim olduğunu bilemediğimiz güdücü beyin, 12 Haziran'a yaklaşılırken şiddet eylemlerini herhalde kesmeyeceklerdir.