Bir arkadaşım bana sordu:
-Başbakan Erdoğan neden öyle sert bir üslupla konuşuyor?
Güldüm, -Sen hiç seçim kazandın mı? Hiç kurduğun partiyi iki genel seçimde de tek başına iktidar yaptın mı, diye cevap verdim.
Arkadaşım üsteledi,
-Ama Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi'nde de aynı üslupla konuşması gerekir miydi?
Yine güldüm,
-Sen hiç yeni bir genel seçime önünde iki ay kala rakipsiz iktidar adayı olarak bir kampanyayı planladın mı? Şu anda Başbakan'ın konuşma yaptığı mekânın Avrupa'da ya da Anadolu'da olması fark eder mi? Nerede konuşursa konuşsun iletişim çağında her eve ulaşmıyor mu konuşması?
Arkadaşım bu cevaplarımı fazla beğenmemişti...
- Başbakan Erdoğan ne yapsa ve ne söylese sen hepsini doğru mu bulacaksın yani?
Unutulmaması gerekenler
Bu defa gülmeden cevap verdim...
-Başbakan Erdoğan'ın söylemlerinden bazılarına katılmadığımı defalarca yazdım. Ama bazı söylemleri ve icraatı da, hepimizin geleceğini olumlu yönde etkiliyor. Bunları da unutmamamız gerekiyor. Örneğin "Askeri Demokrasi" gerçeği üzerine her iki darbe arasında onlarca yıldır söylenip duruyorduk... Örneğin "Kürt Realitesi" nin devlet ve siyaset tarafından görmezden gelinmesinin acı sonuçlarını kaç kuşak boyudur tartışamıyorduk bile... Sadece bu iki konuyu radikal biçimde ele alması bile siyaset açısından devrimsel değişiklik değil midir?
Arkadaşım yine tam tatmin olmamıştı cevabımdan...
-Bütün bunlar iyi de Avrupa Birliği üyeliği yolunda gerekli uyum reformlarını yapmadığı için özgürleşme de, demokrasi de aksamıyor mu? Kopenhag Kriterleri yerine Ankara Kriterlerini öne sürmesi, samimiyetine kuşku düşürmüyor mu?
Sarkozy ve Merkel
Yine kendimce cevap verdim, -Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği yolundaki eksikliklerden ve engellerden duyduğun rahatsızlığı önce Fransa'nın Sarkozy'sine ve Almanya'nın Merkel'ine iletsen daha doğru olmaz mı? Ayrıca şu anda Türkiye'nin üyeliği yolundaki en büyük engel Kıbrıs Rumları'nın bizden önce Avrupa Birliği üyesi olmalarından kaynaklanmıyor mu? Annan Planı'nın KKTC tarafından gecikerek kabul edilmesinin sorumlusu Denktaş ve onun Ankara'daki destekçileri değil mi? Kıbrıs'ın çözümsüzlüğü, Derin Devletimizin 1974'ten beri izlediği siyasetin yansıması değil mi?
Ve devam ettim,
-Tabii ki Ankara Kriterleri asla Kopenhag Kriterleri'nin alternatifi olamaz, olmamalı da... Bunu sanırım Başbakan Erdoğan da biliyor... Ama Avrupa Birliği'nin ağaları olan Fransa'nın ve Almanya'nın siyasetçileri "Türkiye'yi istemiyoruz" dedikleri zaman Türkiye'nin Başbakanı olarak herhalde böyle bir cevap oluşturdu kendince... Ama Ankara Kriterleri ile şiir okuduğu için hapsedildiğini o da biliyor... Ankara Kriterleri'nin Genelkurmay internet sitesinde zaman zaman kendisine hatırlatıldığının farkında olmaması da mümkün değil sanırım...
İki ay sonra seçim var
Konuşmamızın sonunda arkadaşım konuyu başladığımız noktaya taşıdı,
-Yani sen Başbakan Erdoğan'ın her söylediğini ve her icraatını onaylıyor musun, dedi...
Ben de başa dönerek cevap verdim ona,
-Ben hiç parti kurup, girdiğim her seçimi kazanmadım. Ben Erdoğan'ın bazı söylemlerine katılıyorum, icraatını da çoğunlukla doğru buluyorum. Ama demokraside nihai başarı, seçmenlerin oyları ile ölçülür. Biz desteklesek de eleştirsek de kararı seçmenler verecektir. Erdoğan'ı önünde bir genel seçim bulunan bir parti lideri olarak görmeliyiz önümüzdeki iki ay boyunca.