Gazetecilerin gizlenen delillere dayalı olarak tutuklanmaları tartışılırken Başbakan Erdoğan dün AK Parti grubunda yaptığı konuşmada "Bu olayın bizimle ilişkilendirilmesi, içinde olmadığımız bir sürecin bizimle ilişkilendirilmesi büyük bir yanlıştır" diyerek yaklaştı olaya.
Teknik olarak Başbakan'ın bu sözlerine itiraz etmek zor.
Gerçekten de olay doğrudan "Yargı"nın ilgi ve etki alanında.
Ama bir de geleneklerimize dayalı biçimde oluşan siyaset anlayışımız var devrede.
Bu anlayışı Mehmet Akif Ersoy 1911'de Safahat'taki "Kocakarı ile Ömer" şiirinde ne güzel anlatmıştır:
"Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!"
Şiirde sözü edilen Devr-i saadetin Devlet Başkanı Halife Ömer'dir.
Medine sokaklarında gece ev ev dolaşan Halife Ömer, ocaklarında yemek olmayan ailelere sırtında çuvalla un taşıyarak çare bulmaya çalışmakta, uykusunu kaçırmaktadır.
Büyük sorumluluk
Her aç insandan kendisini sorumlu tutmaktadır.
Mehmet Akif Hz. Ömer'in bu halini şöyle şiirleştirir:
"Ömer halîfe iken, başka kim çıkar mes'ûl?
Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!
Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den?
Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı (yükü) sırtına sen?"
20'nci yüzyıl Türkiye'sinde olsak da, ülkedeki her aksaklıktan sonunda iktidar ve Başbakan sorumlu görülür.
Yasaları yapan, değiştiren bir TBMM çoğunluğuna sahip olmak, sonunda böyle bir yük getirir siyasetçinin sırtına.
Başbakan Erdoğan dünkü grup konuşmasında hepimizin yakın zamanda yaşadığımız ve medyanın merkezinde rol aldığı 28 Şubat post-modern darbe dönemi uygunsuzluklarını hatırlattı.
Dün dündür bugün bugündür
"28 Şubat sürecinde manşetlerin nerelerde hazırlandığını, köşe yazarlarının ellerine nasıl ısmarlama konular verildiğini çok iyi biliyoruz..." dedi.
Bütün bunlar doğrudur.
Ama siyasetin bir başka evrensel gerçeği daha var.
Onu da Demirel geçmişte "Dün dündür, bugün bugündür" şeklinde ifade etmişti.
Sekiz yıldır iktidar olan bir partinin artık düne değil bugüne ve yarına dönük söylemlerle topluma yaklaşması, galiba kaçınılmaz bir gerektir.
Erdoğan ne derse desin, bugün kendilerini siyasi iktidara muhalif konumda gören basın mensupları arasında yaygın bir "Martir Sendromu" var.
Tutuklanan meslektaşları dolayısıyla gazeteciler kendilerini de tutuklanmış veya tutuklanmak üzereymişler gibi hissediyorlar.
Yargı sözcüleri somut açıklamalarla kamuoyunu aydınlatmadıkları için, söylentiler ve dedikodular bu sendromu daha da yoğunlaştırıyor.
İç ve dış kamuoyu "Türkiye'de basın özgürlüğü tehlikede mi" konusunu tartışıyorsa, sonunda bunun sorumluluğu siyasi iktidara düşer.
Yani olay yargı boyutunun ötesinde siyasal boyutu ile ele alınır.