Ancak bilim-kurgu romanlarında ve filmlerinde mümkün olabilen bir durum, bizim siyasal yaşamımızın değişmez gerçeği...
Bu tür filmlerin ve romanların kahramanları sanal bir dünyaya giderler.
Bu sanal dünyanın 10 günü gerçek dünyanın bir gününe eşittir.
Bu sanal dünyada mesela bir yıl kaldıklarında, kendileri bir yaş daha alacaklardır ama gerçek dünyadaki arkadaşları 10 yıl yaşlanacaklardır.
Diyelim ki söz konusu roman kahramanı 20 yaşındadır ve 10 yıl kaldığı sanal dünyadan 30 yaşında olarak gerçek dünyaya dönmüştür.
Ama gerçek dünyada yaşıtı olan hiçbir arkadaşını bulamaz.
Çünkü hepsi 100 yaşını geçmiş ve ölmüşlerdir.
Bizim siyaset ve düşünce hayatımız da böyle iki zamanlı bir âlemi yansıtmıyor mu?
Dünya da Türkiye de hızla değişiyor.
Ama bazıları için zaman dünyadakinden daha yavaş geçiyor sanki.
Onlar farklı zamanlardalar
Toplumun yaşayıp geride bıraktığı ve dersler aldığı gelişmeler, bazılarımız için hiç olmamış gibi.
1930'lu yılların koşullarına özlemler seslendiriliyor...
O dönemde "Çözüm" olarak görülen ama felaketli sonuçlara dayanan siyasal projeler, bugünün sorunlarına da ilaç olabilir sanılıyor.
Veya 1980'de gerçekleşen ekonomik dönüşüm yok sayılıyor.
Sayısız ekonomik ve sosyal bunalıma sebep olan uygulamalar, 21'inci yüzyılda da topluma "İcraat Programı" adı altında vaat ediliyor.
Gelişmiş bir demokraside bir siyasetçinin topluma "Vaatler listesi" olarak sunması halinde tefe konulup çalınacağı, hesaplamaları yapılmamış projeler, sanal dünyada hâlâ dünü yaşayan kesimler tarafından alkışlanıyor.
Oysa bütün bunlar gerçek dünyamızda denendi ve hepsi söyleyenlerin ayıpları olarak belleklere yerleşti.
Bazen susmak daha doğrudur
Sadece sosyal güvenlik sisteminin açığının yılda 30 milyar doları bulduğu bir ülkede, bugünü yaşayan bir siyasetçi mesela "Erken emeklilik" veya "Herkese işsizlik maaşı" vaat edebilir mi?
Veya devlet televizyonunun Kürtçe yayın yaptığı bir dönemde, başbakan adayı olduğunu iddia eden bir siyasetçi "Kürt" kelimesini ağzına almadan Güneydoğu seçmenine ne söyleyebilir?
CHP'nin son coşkulu olağanüstü kurultayından akılda kalanları özetlersek Kılıçdaroğlu'nun "Benim adım Kemal, parayı bulurum dersem bulurum" içerikli cümlesi en ön sırada yer almaz mı?
Dünkü Star'da Kılıçdaroğlu'nun vaatlerinin mali portesi hesaplanmıştı.
Bazı maddeleri hatırlatayım:
Yoksulluk tarihe gömülecek: TÜİK'in rakamlarına göre nüfusun yüzde 15.4'ü yani 10.5 milyon kişi yoksulluk sınırının altında. 4 kişilik aile baz alındığında 2.6 milyon aileye aylık 600 lira maaş bağlanması gerekiyor. Bunun yıllık maliyeti 18.9 milyar lira.
Adı Kemal olan parayı bulur
ÖTV kaldırılacak: Maliye Bakanlığı sadece mazottaki ÖTV'nin kaldırılmasının maliyetini yeni hesapladı: 14 milyar.
Yurtsuz öğrenci kalmayacak: Yurt sorununun tam anlamıyla çözülmesi için en az 500 bin yatak kapasiteli yurt yapılması gerekiyor.
25 milyar liralık yatırım yapılması lazım.
Emekliler eşitlenecek: 3 milyon emeklinin maaşlarının eşitlenmesi öngörülüyor. Yıllık 36 milyar lira ek kaynak bulunması gerekiyor.
4/C ve 4/B bitecek: 4/C ve 4/B'li olarak çalışan tüm işçilerin kadroya alınması ve haklarının iyileştirilmesi gerekiyor. Aylık 3 milyar lira, yıllık ise 36 milyar lira maliyeti bulunuyor.
Taşeron işçilik kalkacak: Kamuda 300 bin taşeron işçi var. Kadroya alınması halinde, yıllık 7.2 milyar liralık ek yük gelecek.
Başta söylediğimi tekrarlayayım.
Bazılarımız hiç yaşlanmıyor.
Toplum 2010 yılını yaşarken, onlar 1960'ların dünyasındaki iflas etmiş siyasal ve ekonomik söylemlerle, topluma vaatler sunuyorlar.