Sonografi icat edilmeden önce doğacak bebeğin cinsiyeti ancak o dünyaya geldikten sonra anlaşılırmış.
Ancak bebeğin cinsiyetini ana karnındayken bilebildiklerini iddia eden doktorlar ve ebeler varmış.
Bunlar hamile kadının evine gelip onu muayene ederken, evdekilere belli etmeden bir koltuğun altına bıçak bir başka koltuğun altına da makas yerleştirirlermiş.
Doğumdan sonra da, bebek erkekse bıçağı kızsa makası koltuk altından çıkarır ve "Ben bunu önceden görüp, işaretlemiştim" derlermiş.
Türkiye'de siyasete doğrudan veya dolaylı biçimde katılan herkesin koltuk altlarında bir bıçak bir de makas vardır.
Eğer kişinin tutuğu siyasi parti iktidardaysa ve o iktidara karşı çeşitli kesim ve kurumlardan haksız davranışlar sergileniyorsa, koltuğun altından bıçak çıkartılır ve "Ben bu davranışları ve eylemleri geçmişte de kınamıştım, işte kanıtı" denilerek eski konuşmalar ve yazılar gösterilir.
Her duruma uygun söz vardır
Tersi geçerli ise, yani iktidardaki parti kişi tarafından sevilmiyor veya beğenilmiyorsa, o partiye karşı sergilenen haksız davranışlar övülür ve hatta teşvik edilir.
Kişi bu durumda koltuk altından eski konuşmalarını veya yazılarını çıkartır ve "Ben geçmişte de gençlik eylemlerini ve işçi direnişlerini desteklemiştim" der.
Bugün de aynı durumlara tanık olmuyor muyuz?
Siyasal Bilgiler'de konuşma yapmak için davetli olarak gelen Prof. Burhan Kuzu'ya bir bölüm öğrencinin yumurta atarak saldırması ve onu konuşturmaması da, aynı biçimde ya övülüyor ya da yeriliyor.
AK Parti iktidarına karşı olanlar, mümkün olsa yumurtanın demokrasinin en temel öğesi olduğunu savunacaklar.
Onlara göre horozla tavuğun birleşmesi sonucunda oluşan yumurta, gençliğe demokratik ifade özgürlüğünü veren bir araçtır.
Bakarsınız ileride "Yumurta kırılmadan omlet, yumurta atılmadan da demokrasi yapılamaz" benzeri vecizeler bile üretilir.
Gençlik ve eylemcilik
AK Parti'yi savunanlar ise, "Gençlik" ile yumurtalı ve yumurtasız eylemlerin birlikteliklerini anarşinin ayak izleri olarak görüyorlar.
Aynı eylemler mesela CHP'nin iktidarda olduğu dönemde yapılsaydı, durum tersine dönerdi.
Veya yumurtalar Burhan Kuzu'ya değil de mesela Kemal Kılıçdaroğlu'na atılsaydı, bir taraf bunu gençliğin ifade özgürlüğünün yansıması, diğer taraf da faşizmin kışkırttığı gençlerin şiddet eylemleri olarak nitelerdi.
Aslında bu olaylarda anahtar kavram ne eylemdir, ne de yumurtadır.
Anahtar kavram "Gençlik"tir.
Bu satırların yazarı da dahil hepimiz belirli bir süre boyunca "Genç" olduk.
Eğer Dünya Bankası'nın tanımlamasına bakarsanız 15-25 yaş arasındakiler "Genç"tir.
Amerikan Karayolları Güvenlik İdaresi'ne bakarsanız 21 yaşın altındaki sürücüler "Genç" kapsamına girer.
Gençlik kaç yaşındadır?
Danimarka Gençlik Konseyi de "15- 34 yaş arasındakiler gençliği oluşturur" tanımını getirmiş.
Maktul Amerikan siyasetçisi Robert Kennedy ise "Gençlik yaşla değil zihinsel durumla bağlantılı bir kavramdır" dedikten sonra "Atalete karşı cesaret, hayal gücünün zenginliği ve rahat hayata değil serüvene yatkınlık gençliği belirler" şeklinde nitelemişti gençliği.
Demokrat Parti iktidarını deviren 27 Mayıs 1960 darbesini, gençlik olayları kıvılcımlamıştı.
Darbe sonrasında polis dışlanmış ve "Ordu-gençlik el ele" sloganı bir nevi resmi söylem olmuştu.
O dönemde Taksim'de bir akşamüstü yürüyordum.
10-12 yaşlarındaki bir çocuk koltuğunun altındaki Ekspres gazetelerini satabilmek için koşuşmaktaydı. Bu sırada genç bir subaya çarptı ve subayın şapkası yere düştü.
Ordunun şapkası
Subay çocuğa öyle bir tokat attı ki, olaya tanık olan hepimiz şaşırdık.
Ben bu genç subayın yanına gittim, "Bu yoksul çocuğa tokat atmak hiç hoş bir davranış değil" dedim.
Şöyle bir bana baktı genç subay... "Bu çocuk ordunun şapkasını yere düşürdü" dedikten sonra "Sen kimsin ki" diye sordu.
Ben de "Ordu-gençlik el ele" sloganını hatırlatıp "ben gençliğim" dedim.
Güldü subay...
"Seni Harbiye'nin bodrumuna atarsam gençliğin ne olduğunu görürsün" diye bağırdı bana.
Aslında darbeyi yapanlar arasında da genç subaylar çoğunluktaydı.
Yani yıllar önce ben de genç olmuştum ve gençlik eylemlerinde yer almıştım.