Türban tartışması sonunda çocukların kime ait olduklarının tartışılmasına kadar dayandı.
Bir hukuk adamının "İlkokula giden çocuk türbanlıysa, onun sahipliğini devlet üstlenmelidir" doğrultusunda görüş açıkladığını bile okuduk.
Bazılarına göre de dini inanç fıtraten vardır.
Buna göre çocuk dünyaya geldiği anda dini inancı belirlenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti'nde ise devlet bu tartışmaları zaten başından bir karara bağlamıştır.
Çocuğun din eğitimini zorunlu olarak mı yoksa tercihe bağlı biçimde mi alacağına devlet karar verir.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın varlığı da
"Resmi Din"in "Sünni İslam" olduğunu vurgulamaktadır.
Ayrıca çocukların ergenlik çağına geldikten sonra da nasıl giyinmeleri gerektiğini devlet belirler.
Bütün bu tartışmaların odağında "Çocuk" da olsa "Ergen" de olsa, söz konusu edilenler, kadınlardır, kızlardır.
Erkeklerin kamusal alanlarda nasıl giyineceklerine ancak askerlik sırasında devlet karar verir.
Kadınlar ve erkekler
Bu açıdan "Vicdani retçilik" bizim için söz konusu değildir.
Belirli yaşa gelmiş erkek, askerlik yaparken üniformayı giymek zorundadır.
Kadınlar ve kızlar içinse kıyafetin biçimi ilkokula başladığı andan itibaren devleti ilgilendirir.
Sürekli daralıp genişleyen kamusal alanın kapsadığı yüzölçümünde, kadınlar bazen başları bağlı olabilirler, bazen de bu alanda başlarını açmak zorunluluğu getirilir.
Türban tartışmalarına bu açıdan baktığınızda ve türbanın dini bir simge olduğunu kabullendiğinizde, kadınlarla erkekler arasında kanun önünde eşitliğin adaletsiz biçimde uygulandığını da görürsünüz.
Bir kamu görevi yapan erkeğin başına bakarak, onun ne dini inancını, ne de siyasi eğilimini anlayabilirsiniz.
Buna karşı başı örtülü, türbanlı bir kadına baktığınızda "Bu şeriatçı bir kadın" diye düşünebilirsiniz.
Oysa başı açık nice erkeğin beyni inancına veya ideolojisine göre şekillenmiştir.
Ve nice başı örtülü kadının beyni, sınırsız özgürlüklere açıktır.
Yani birinci mesele "Birey"in vücudunun, düşüncelerinin, inançlarının kime ait olduğu ve bu aidiyet meselesinde "Devlet"in yerinin nasıl olması gerektiğine ilişkindir.
Toplumun mülkiyeti
İkincisi de, bireylerden öteye toplumun bedensel ve ruhsal mülkiyetinin kime ait olduğu meselesi vardır.
Bazılarına göre toplum da eğitim düzeyi yüzünden, geleneklerine ve inançlarına bağlılığı nedeniyle ergenliğe ulaşmamıştır.
Bu da yetmezmiş gibi toplumun farklı renklerinin demokratik rejimin sonucu olarak yasama organında temsil edilmeleri ile, ülkenin bütünlüğünü de tartışılır hale getirmektedir.
Bu nedenle bu toplum bu demokrasiye layık değildir.
Her seçimde oy verilmemesi gereken partilere oy vererek, ehliyetsiz olduğunu defalarca kanıtlamıştır bu toplum.
Bu partileri kapatmak sorunu çözmeye yetmemektedir.
Neticede son sözü seçilmişlerin değil bürokratik oligarşinin söylemesi, en doğru çözümdür.
İş o noktadadır ki, ülkenin hâkimleri ve savcıları bile oy kullanırken şuursuzca davranmaktadırlar. .....................
İşte bugünlerde yine böyle şeyleri tartışıyoruz.