Şimdiki adıyla Gündoğan olan Bodrum'un Farilya koyundan yatlar geçiyor.
Nasıl Gündoğan yerine Farilya dersek aslında eskiden "Bük" derdik Bodrum'un koylarına.
1960'ların ortasında boyları 14-16 metre arasında değişen tirandillerle Mavi Yolculuk'a çıkardık.
Bodrum'dan sonra tekneye su ikmali yapabilmek için İngiliz Limanı'na kadar sabretmemiz gerekirdi. Eğer Milas'tan ara sıra gelen gerçekten soğuk buzu bulamamışsak, Bodrum'un yerli ve gevşek buzu yolun başında erimiş olurdu.
Biraları bile sıcak içerdik.
Mehmet Kaptan'ın yardımcısı yolun başında yanıma gelir "Abem, sana bir rakı dökeyim mi" diye sorardı.
1970'lerin başındaki bir Mavi Yolculuk'ta yine geldi yanıma ve "Abem, sana bir cin and tonik dökem mi" diye sordu.
Anladım ki bir şeyler değişmeye başlamaktaydı bu yörede.
Bir gece demirlediğimiz koylardan birinde, yanımıza 30 metreden büyük bir yat demirledi.
Bir yatın güvertesi...
Yatın arka güvertesinde bir sofra kurulmuştu.
Sofranın bir ucunda tuvaletli bir hanım, diğer ucunda da beyaz smokin ceketli ve siyah papyonlu bir bey oturmuştu.
Bir garson onların kadehlerine şampanya koyuyordu.
Belli ki o yatta birde kuaför vardı. Tuvaletli kadının saçları yeni yapılmıştı.
İngiliz İmparatorluğu'nun üzerinde güneşin batmadığı varsayıldığı için, bu yatın İngiliz bayrağı da güneş batarken direğinden indirilmişti.
Bizler ise tirandilimizde sıcak biralarımızı ve buzsuz rakılarımızı yudumluyorduk. Mavi Yolculuğumuzun sonu olduğu için kadınların saçları keçeleşmiş, ciltleri çatlamaya başlamıştı. Biz erkekler de traş olmayı yolculuğun sonuna ertelemiştik.
Karaya çıkınca Anadol arabamıza binip, dağlardan döne döne İzmir yoluna çıkacak ve İzmir'de Efes Oteli'ne yerleşip, tekrar bakımlı insanlar olacaktık.
Şimdi Gündoğan koyundan geçen yatların hepsi, o yıllar önce yanımıza demirleyen yattan daha görkemli ve daha büyükler.
Hepsi de Türklere ait.
Cefi Kamhi'nin Yalıkavak Marinası'nda veya Aydın Doğan'ın Bodrum Marinası'nda bağlı olan yatlara veya Bodrum-Milas havaalanı pistindeki özel jetlere bakarken, eski tirandilleri ve Anadol'la yaptığımız Bodrum yolculuklarını hatırlıyorum.
Geçen yıllardan birinde Gündoğan'dan Bodrum'a direksiyon başında giderken cep telefonum çaldı.
Demirel'in telefonu
Açtım... Süleyman Demirel "Nerdesin, hiç görünmüyorsun" diye sordu.
Bodrum'da tatil geçirdiğimi söyledim, güldü,
-Ben o yolu yapmasaydım Bodrum'a bu kadar kolay gidemezdin, dedi.
"Haklısınız" diye cevap vermiştim.
Bodrum'u ve Akdeniz kıyılarını dolaşırken nostaljik takılmamak mümkün değil.
1997 yılının yazında Göcek'teydim.
Yokluğuna alışamadığım ve alışamayacağım sevgili arkadaşım Eser Tümen'in teknesinde konuktum.
Yanıbaşımızda o zamanlar ikisi de medya patronu ve birbirlerine rakip olan iki ünlü isme ait 40'ar metrelik iki yat, kıçlarından karaya bağlı olarak demir atmış duruyorlardı.
Bu iki ünlü de yatlarının güvertesinden sahip oldukları teknenin rakiplerininkinden daha büyük olduğunu anlatmak istercesine karşılıklı birbirlerini gözlüyorlardı.
O sırada Göcek'e Meksikalı bir medya patronuna ait olan 65 metrelik bir yat girdi. Bunun üzerine bizim medya patronları güvertelerden buharlaşıvermişlerdi.
Patron nasıl sipariş verir
Bunlardan birini yatında ziyaret etmiştim.
Arka güvertede oturuyorduk.
Bana "Ne içersin" diye sordu. Ben de Bodrum'da yıllar önce yaşadıklarımı hatırlayıp "Cin and tonik içerim" dedim.
Hemen cep telefonuna sarıldı. Sahip olduğu radyo istasyonlarından birinin İstanbul'daki stüdyosunu aradı.
Karşısına çıkan görevliye "Patron iki tane cin tonik istiyor" dedi.
Yatın barında o radyonun müzik yayınını dinleyen Filipinli garson müziğe ara verildiğini ve İngilizce "Boss asks for two glasses of gin and tonic" anonsunun yapıldığını duyunca, bize iki bardak cin tonik hazırlayıp getirmişti...
Ne dersiniz?
Nostaljik takılmak da eğlenceli olmuyor mu?
Aslında biz eskiden Heybeli'de de mehtaba çıkmaz mıydık?