Siyasi gelişmeleri izlerken yine Gaziantep'in sinema salonu sahibi Nakıp Ali'sini hatırladım.
Yeni film gösterime girmeden önceki gece genç bir Antepli sinemasever ile gece o filmi izlerlermiş.
Ertesi gün ilk gösterimde o genç, sinema salonunda bağırarak o filme ilişkin kehanetler seslendirirmiş.
Diyelim ki bir gangster filminde polis araçları gangsterin aracını kovalıyor.
Bizim genç adam "Allahıma bu araba devrilecek" diye bağırırmış sinema salonunda...
Bir dakika sonra gangsterin aracı gerçekten devrilirmiş.
Diyelim ki bir filmin kahramanı olan jön, kadın artiste doğru ilerliyor beyaz perdede.
Bizim genç adam "Allahıma bu adam bu kadını öpecek" diye bağırırmış.
Bir dakika sonra adam gerçekten kadını öpermiş.
Salondaki izleyiciler de, bu gencin bir gece önce bu filmi izlediğini bilmedikleri için şaşırırlarmış.
- Bu genç adam olacakları nasıl önceden biliyor, diye aralarında tartışırlarmış.
Hep aynı senaryo mu?
Aslında hepimiz şimdi izlediğimiz filmi daha önce görmüşüz gibi hissetmiyor muyuz?
Şimdi gösterimde yargı ile siyaset ilişkileri var.
Hatırlayın rahmetli Yargıtay Başkanı İmran Öktem'in Adli Yıl'ı açış konuşmalarında bazı cemaatleri ağır ifadelerle değerlendirmesini, din ve insan ilişkilerine laiklik açısından yaklaşmasını...
Öktem 1968 Mayısında vefat ettiğinde cenazesinde olaylar çıkmış, olaylar sırasında camide bulunan CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'yü korumak amacıyla Nabi Alpartun adlı bir tuğgeneral tabancasını çekmişti. İnönü olaylar hakkında, "Her manasıyla kesin ölçüde bir 31 Mart Vakası'dır" derken, Başbakan Süleyman Demirel de "Hadise gayet üzücüdür" biçiminde konuşmuştu.
Daha sonra 7 Mayıs'ta da Ankara'da başta yüksek yargı üyelerinin bulunduğu bir yürüyüşte, o zamanki iktidar olan Adalet Partisi de protesto edilmişti.
Daha sonra ne olmuştu.
Demirel'i 12 Mart 1971'de askerler devirmişti.
CHP'de ise Ecevit İnönü'yü devirmiş ve 12 Mart ertesindeki seçim sonrasında Erbakan ile koalisyon kurarak iktidar olmuştu.
Yani Osmanlı'da da, sinemada da oyun bitmez.
Bu senaryo farklı!
Cinema Paradiso'yu hatırlayın.
Bu Tornatore filmindeki çocukluğunda göremediği kesilmiş, sansürlenmiş aşk sahnelerini ileri yaşında izleyen Salvatore'nin hissettiklerini hatırlamaya çalışın.
Bizim eski Yeşilçam'la ilgili bir fıkra vardır.
Senarist film yapımcısına çok özgün bir senaryo yazdığını söyler ve senaryonun konusunu şöyle özetler:
- Fabrikada çalışan yoksul işçi kız fabrikanın zalim patronunun oğlu ile aşk yaşar ve hamile kalır. Zalim baba oğlunun yoksul kız ile evlenmesine izin vermez. Onu komşu fabrikanın patronunun kızı ile evlendirir. Yoksul kız doğum yapıp bir kız bebek dünyaya getirir. Sonra da intihar eder. Aradan yıllar geçer. Komşu fabrikanın sahibinin kızı ile evlenen delikanlını oğlu, ileri yaşta bir yoksul kıza âşık olur. Bu kız ise babasının yıllar önce âşık olduğu ve intihar eden kadının kızıdır. Yani kardeşidir. İki âşık genç birbirleri ile kardeş olduklarını anlayınca ikisi birden intihar ederler.
Senaryonun konusunu dinleyen film yapımcısı senariste çıkışmış...
- Bunun neresi özgün? Hemen hemen aynı konuyu işleyen en az elli senaryo var masamda, demiş.
Senarist gülümseyip cevap vermiş:
- Ama benim senaryom ayda geçiyor!
Şimdi izlediğimiz yeni filmin senaryosunda da her şey eskisi gibi.
Ama bu defa "Askeri darbe" yerine "Yargı darbesi" işleniyor.
"Devirmek" yerine "Kapatmak" kavramı kullanılmakta.
Sonra da tabii "Sandık" girer sahneye ve izleyiciler "Mutlu son"u gördüklerini sanırlar.
Oysa film devam etmektedir.