Birbirleriyle uzaktan yakından ilgileri olmayan ya da birbirlerini doğrudan etkileyen sayısız konuda karar almak durumundayız.
Çok basit bir örnek vereyim:
- Bir seçmen olarak AK Parti iktidarının çeşitli konulardaki "Açılımlar" ı karşısında tutumumuz ne olmalı?
- Bir tüketici olarak 3G dünyasını en iyi değerlendirmek için hangi marka akıllı cep telefonunu almalıyız?
Açılımlar konusundaki tutumumuzu belirleyecek karar, sonuçta ilk seçimdeki oyumuzun yönünü de oluşturacaktır.
Akıllı cep telefonu markası seçimine ilişkin kararımız ise, dünya pazarlarında amansız bir rekabetin tarafları olan teknoloji şirketlerinin kaderlerini etkileyecektir.
Neticede siyasi kararlarımızı da, tüketim eğilimlerimizi de kitle iletişim araçları etkiliyor. "Ben bu konuda böyle düşünüyorum" diyerek söze başlayan insanların büyük çoğunluğu, kitlesel iletişimin bir şekilde biçimlendirdiği düşüncelerini seslendirmektedirler.
Bu süreçte "Nihai doğru"yu veya "Kesin gerçek"i bulabilmek acaba ne kadar mümkündür?
Kitle iletişimi
Kendimize ait zannettiğimiz ama aslında kitlelerle birlikte oluşturulmuş kararlarımız ve düşüncelerimiz, sadece doğruyu ve gerçeği bulmaya çalışan odaklar tarafından mı yoğrulmuşlardır?
Bütün haberler ve yorumlar tarafsız mıdır?
Bütün reklamlardaki mesajlar doğru mudur?
Neden bazı gerçekler oluşumlarından çok sonra kitlelere yansıtılmaktadır mesela?
Yine bir örnek vereyim:
Taraf'taki yazısında Ayşe Hür, Sabah'ta yayınlanan Sevilay Yükselir'in Nezahat Gündoğan'la söyleşisine atıfta bulunarak 1937-38 yıllarında Dersim'de olup bitenleri yazmıştı.
Buna göre Dersim olayları ertesinde İçişleri Bakanı Şükrü Kaya kendilerini Kürt zanneden ama aslında Horasan'dan gelmiş Türkler olan bölge halkının yeniden Türkleştirilmeleri için kız çocuklarının yatılı okullarda eğitilmeleri gerektiğini resmi bir yazıyla önerir.
Türk misyoneri
Bu süreçte bölgeye "Türk misyoneri" olarak giden rahmetli eğitimci Sıdıka Avar, ana ve babalarının direnmesine karşın jandarmalar tarafından alınıp yatılı okullara gönderilen ya da okula gitmemek için dağa kaçan kızların öykülerini, yazıldıktan yıllar sonra 1999'da yayınlanabilen "Dağ Çiçekleri" adlı hatıralarında anlatır.
Sabah'ta Sevilay Yükselir'le söyleşisi yayınlanan Nezahat Gündoğan da hazırladığı belgeselde o dönem aileleri öldürülen ya da ailelerinden zorla alınan çocukların, özellikle de kız çocuklarının izini sürerken çok ilginç bilgilere ulaşmış. Kayıp sanılan pek çok çocuğun o yıllarda özellikle yüksek rütbeli asker ailelerine evlatlık verildiğini bulmuş. Bugün 80- 85 yaşlarında olan 10 kız çocuğa ulaşıp bunlardan bazıları ile görüşmeyi de başarmış.
Şimdi düşünün...
Bu belgeseli izledikten sonra, Hükümet'in "Kürt Açılımı"na karşı tutumunuzun etkilenmemesi mümkün müdür?
Ne kadar biliyoruz ki?
Acaba bu tür gerçekleri, oluşumlarından kaç yıl sonra kitleler de öğreniyor?
Acaba 1915'teki "Ermeni Tehciri"nin çapı konusunda o dönemdeki Osmanlı kamuoyu tam olarak bilgilendirilmiş miydi?
Aradan bunca yıl geçtikten sonra Ermeni diasporası konuyu dünya gündemine sokunca, bugünün Türkleri olan bizler neden bu kadar şaşırdık?
Bertrand Russel dini inançların toplumları etkilemesini irdelerken şöyle demişti:
- Bir kişi "Hiçbir şey kesin değildir" derken, o kişi bazı şeylerin diğerlerine göre kesine daha yakın olduğunu da kabul etmelidir.
Ne dersiniz?
- Bir seçmen olarak AK Parti iktidarının çeşitli konulardaki "Açılımlar"ı karşısında tutumumuz ne olmalı?
- Hangi marka akıllı cep telefonu ile 3G çağına daha fazla uyum sağlayacağız?