Bin yılı aşkın süredir aynı coğrafyayı ve aynı kaderi paylaşan Türkleri ve Kürtleri birleştiren değil ayıran öğelerin ön plana çıkartıldığı dönemler, sona ermek üzere gibi görünüyor.
Biraz Hurufi tarzında düşünürseniz, sade Türkler ve Kürtlerin değil, dünyadaki bütün dil ve kültürlerin, sayıları 30'u geçmeyen harflerin alaşımları üzerinde oluştuğunu görürsünüz.
Ancak bütün dil ve kültürlerin harfleri ortak olsa da aynı dilde bile bu harflerle oluşturulan kelimelerin kavram kargaşalarına sebep oldukları görülmekte.
Örneğin "Hukuk", "Adalet", "Yargı" gibi kavramların sık sık kullanıldığı bu dönemde, herkesin bu kavramlardan farklı anlamlar çıkardıklarını görmekteyiz.
Bu farklı anlam yüklemeler "Devlet" katında da geçerli olursa, işte o zaman hukuka da adalete de bakış açıları karmaşıklaşır.
Dilimize Arapça'dan aktarılan "Adalet" in (adala) kökenindeki "dad"a, Dede Efendi'nin Hüzzam bestesi olan "Reh-i aşkınla" yı dinlerken hep takılırım mesela.
Baştan ve yoldan çıkartan bir aşkın kurbanı olan Dede Efendi, şarkının bir yerinde şöyle der:
"Kime dad eyleyeyim cananım,
Kime feryad edeyim sultanım
Yar, dad ey dad ey senin elinden..."
Adalet ve Dad...
Bir sözlükte "Adalet" ile "Dad" arasındaki fark şöyle tanımlanıyordu:
-Adalet, adil davranıp, zulümden kaçınmaktır. Dâd ise başkasının zulmüne karşı sızlanmak ve adaletsizliğe karşı direnmektir.
Bizim toplumsal ve tarihsel serüvenimizin de özeti olamaz mı bu "Adalet" ile "Dad" arasında kalmışlığımız.
Slogan olarak "Adalet mülkün temeli" demişiz ama tüm siyasal ve toplumsal yaşamımız adaletsizlikler karşısındaki sızlanmamızla dolu olmuş.
Her yazısından çok şey öğrendiğim Herkül Millas geçenlerde Zaman'da yayınlanan yorumunda "Gençliğimden beri hukuk sistemine ne fazla bir önem verdim, ne de çağdaş bir sistemde adalete gösterilmesi gereken güveni ve saygıyı içimde hissedebildim. Ama neden?" diye girmişti konuya.
Kanun önünde eşitlik
Sonra da "Neden"i şu çarpıcı örneklerle cevaplamıştı:
-Sinisizmimi anlamaya çalışırken iki nedenden şüpheleniyorum. Birincisi azınlık üyesi olmam. İkinci sınıf vatandaş olarak bizim başımıza ne geldiyse hukuka uydurulmuş olarak gelmiştir. 'Seni sevemedik, içimizden öyle geldiği için veya sindirmek için veya kaçırtmak için -örneğin- Varlık Vergisi uyguluyoruz' denmemiştir. Bir yasa çıkartılmıştır, herkes içindir denmiştir (çünkü ülkede vatandaşlar arasında anayasaya göre ayırım yokmuş!) ve sonra yalnız bir kesim insan süründürülmüştür.
Her şey hukuka uygun
-Hissiyatımı biçimlendiren ikinci neden, gençliğimde solcu olarak belli ideolojik bir anlayışı benimsemiş ve ayrımcılığı da yaşamış olmam. Örneğin, piyade okulunda çavuşa çıkarılırken, sözlü bir sınavdan çaktırılarak (çünkü yazılı sınav delil olarak kullanılabilir) yapıldı bu iş. Danıştay'daki davada da 'bunun gibilerine ders olsun diye yaptık' denmedi, 'yasalara göre gereken notu alamadı' dendi.
Geçmişte Millas'ın da yaşadıkları bundan böyle kimse tarafından yaşanmayacak mı?
"Seçimle başbakan olan hukuka göre asıldı, Nazım Hikmet yasal olarak senelerce hapis yattı" benzeri cümleler uzak tarihi mi ifade edecek artık?
Bekleyelim göreceğiz.
"Devlet ebed müddet" olabilir.
Ama insanların yaşamları da sabırları da ebedi değildir.
Woody Allen ne diyor:
-Ben ölümsüzlüğü eserlerimle değil hiç ölmeyerek elde etmek istiyorum.