Eski Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız Süleyman Demirel, adını taşıyan Isparta'daki üniversiteyi ziyaretinde şimdiki Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'ün görev süresinin 5 yıl olması gerektiğini öne sürerken şöyle konuşmuş:
- Bence cumhurbaşkanlığı için 7 sene çok uzun. 7 senede devir değişiyor. Onun için 5 sene gayet iyi bir zaman.
Sayın Demirel'e takıntılı olanlar bu sözleri okurken içlerinden şu tepkiyi seslendirebilirler:
- Madem 7 yıl çok uzundu, o zaman sizin 7 yıllık görev sürenizi 3 yıl daha uzatmak için TBMM'de çalışmalar yapılırken neden bunu kabul ve teşvik ettiniz?
Ancak ben Sayın Demirel'in kendisinden sonra Cumhurbaşkanı olan Gül'ün görev süresini rakama bağlamasına değil, çok doğru olarak "7 senede devir değişiyor" demesine takıldım.
Demirel bu yedi sene süreli "Devir"le, tabii ki Taş Devri'ni veya Tunç Devri'ni ifade etmek istemiyordur.
Dünya uygarlığında "Çağ" olarak adlandırdığımız yeni devirler ise iç içe geçmiş zaman dilimlerini kapsar.
Geçiş dönemleri
Ne zaman "Nükleer Çağ"dan çıkıp "Bilişim Çağı"na, ondan çıkıp "Genetik Çağı"na girildiğini kimse kesin olarak söyleyemez. Bunlar aynı anda gelişerek devam ederler.
Bu durumda Demirel'in yedi yılda değiştiğini söylediği "Devir" olsa olsa Türk siyasetindeki devirleri ifade ediyor.
Bu devirlerin askeri rejimlerden hemen sonrakilerine "Geçiş Dönemi" adını veririz.
Demirel iki askeri darbe ile devrildikten sonra "Bu da geçer; bu bir geçiş dönemi" diye kendisini teselli edenlere "Asıl geçiş dönemi biz seçimle iktidar olanların dönemidir... Kalıcı olan onların dönemleridir" derdi.
Geçmişi gerçekçi değerlendirdiği için son 28 Şubat postmodern darbesinde Cumhurbaşkanı olarak liderlik etti ve kendi dışındaki siyasetçilere "Geçiş Dönemi" yaşattı.
Bu son geçiş döneminin mağduru olan şimdiki Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'e yedi yıl görev süresini uzun bulması, belki bir iç vicdani hesaplaşmanın hâlâ devam etmesinin sonucudur.
Bu "Devir"ler belki bunlara damgalarını vuran siyasi liderlerin isimleriyle belirlenebilir... "Atatürk Devri", "İnönü Devri", "Menderes Devri", "Demirel Devri", "Ecevit Devri", "Özal Devri" gibi...
Halkın siyaseti
Hepimiz gibi Demirel'in de kabul etmesi gereken bir gerçek var.
Bu açıdan içinde bulunduğumuz devir "Recep Tayyip Erdoğan Devri"dir.
Aslında bu konuda Isparta ziyaretinde en doğru yorumu yapmış Sayın Demirel...
Bir gazeteci "Yeni siyasal yapılanmaları nasıl değerlendiriyorsunuz" diye sorunca şöyle cevap vermiş:
- Siyaset canlı bir şey, nasıl insanlar zaman içinde üstlerini başlarını değiştirmek zorunda kalıyorlar, siyaset de öyle. Siyaset kendi dinamikleriyle kendi engellerini ortadan kaldırır. Türkiye 60 senedir çok partili siyasi hayatı yürütüyor. Çok sıkıntılarımız oldu ama halk siyaseti sevmiştir, halk siyasetin kendisi tarafından yapılmasını ister.
1965'te Adalet Partisi'nin seçim zaferi sonunda Başbakan olduğunda, bugün Tayyip Erdoğan'ı kabul etmeyen kesimlerin dedeleri ve babaları da Demirel'i kabul etmemişlerdi.
9'uncu olmak
"Çoban Sülü", "Kanunsuz Süleyman", "Morrison Süleyman" gibi yakıştırmalara konu edilmez miydi o dönemin Başbakanı?
Şimdi aynı üslup şimdiki Başbakan için kullanılmıyor mu?
Yani asıl mesele siyaseti seven "Halk"ın seçtiklerinin kendilerini "Seçkin" zanneden "Vatandaşlar" tarafından kabul edilmemesidir.
1950'lerde köyden kente göç hızlanınca seçkinlerden bir İstanbullu "Halk geldi, vatandaş denize rahat giremiyor" demiş ya...
1980'lere gelirken de Ecevit "Halk artık tribünlerden sahaya inmeli" demişti ve 12 Eylül darbesinde sadece Şeref Tribünü'ndeki üniformalılar sahaya inmişti ya...
Şimdi de Demirel de "Seçkin vatandaş" rolünde...
Artık o "9'uncu Cumhurbaşkanı" kimliğinde "9'uncu Senfoni"de çağdaş uygarlığı arıyor...