Radikal'den İsmail Saymaz Ergenekon soruşturması kapsamında çıkartılan gömülü silahların ve cephanenin dökümünü yaptıktan sonra, şu çok önemli noktalara parmak basmış:
- Bu silahlar TSK depolarından nasıl ve kimler tarafından çıkarıldı?
- Sorumlular tespit edildi mi?
- Denetimde aksaklıklar mı var?
Ergenekon adı verilen davaya ilişkin olarak "Sessiz Çoğunluk"un zihninde bu çeşit cevapsız sorular giderek artmakta. Antalya'da askerlik yaptığımız dönemde bizim takımın komutanı ilk gün "Kafanızda izdiham olduğunda bana gelip danışın" demişti.
Komutanın "İstifham" kelimesi yerine "İzdiham" ı bilinçli mi, yoksa yanlış olarak mı kullandığını daha sonra tartışmıştık aramızda.
Aradan geçen 35 yılın ertesinde ben de şimdi zihinlerdeki sorularla oluşan yığını "İstifham" değil "İzdiham" la daha iyi ifade edebileceğimizi düşünüyorum.
Bir sayın okurum (Özkan Başat) gönderdiği mesajında Ergenekon'u lehte ve aleyhte konumda tartışanların yanında bir de "3'üncü Taraf"ın bulunduğunu ve bunların da dikkate alınması gerektiğini vurguluyordu.
3'üncü tarafta kimler var?
Sayın Başat, "3'üncü Taraf" takileri, "Darbelere de, her çeşit teröre de karşı olanlar ve hukuku en üstün değer olarak tanıyanlar" diye tanımlıyor ve şöyle diyor:
- Nihai hedef hukuku hâkim kılmaktır. Zalimin koltuğunu ele geçirmek değil. Her türlü yöntemi meşru görmek terörizmin tanımında mündemiç... Terörizmi onun yöntemleriyle ortadan kaldıran devletin kendisi terörist olur zaten.
- Dindar insanlara eziyet ediliyor biz üzülüyoruz, diğerlerine hak etmedikleri eleştiri ve muamele yapılıyor biz üzülüyoruz. 12 Mart'ta birinci, 28 Şubat'ta ikinci tarafın hazin hikâyelerine şahit olduk. 3'üncü Taraf her dönemde acı çekti. Hem de başkalarının acılarını.
Siyasette bu "3'üncü Taraf" ın düşüncelerini TBMM kürsüsüne taşıyanlar elbet var. Örneğin İstanbul Milletvekili ÖDP'li Ufuk Uras, TBMM'de geçen hafta yaptığı konuşmada Ergenekon'a ilişkin olarak özetle şunları söylemişti:
Ufuk Uras'ın konuşması
- Bu dava devlet kurumları ve sivil toplum açısından, yıllardır hesabı verilmeyen ve vicdanları ezen ağırlıklardan kurtulma fırsatıdır. Ancak Ergenekon ve benzeri örgütlenmelerin tasfiyesinin nasıl yapıldığı en az tasfiyenin kendisi kadar önemlidir.
- Bu tasfiye hukuk içinde, demokratik yollarla yapılmalı, yeni hukuksuzluklar yaratılmamalıdır. Meclis iradesi, bu tür dönemlere ve girişimlere yol vermeyecek kararlılığı ve yaratıcılığı bugün mutlaka göstermeli, bu konuları örtbas etme yerine araştırılmasına önayak olmalıdır.
Yazının başındaki gömülü silahlar konusuna ilişkin zihinlerimizdeki "İzdiham" meselesine dönersek... Bu meseleye Radikal'deki soruları hatırlatarak yaklaşalım:
- MKE tarafından TSK için üretilmiş bomba ve silahların Ergenekon operasyonu kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında denetimsiz arazilerde gömülü bulunmasının anlamı ne?
- Bu silahlar TSK depolarından nasıl ve kimler tarafından çıkarıldı? Silahların depolardan eksilmesinde sorumluluğu olanlar hakkında bugüne kadar herhangi bir işlem yapıldı mı?
Ürküten suskunluk
- Son dönemde yeraltından çıkarılan silahlar, kim tarafından gömülmüş olursa olsun, neticede TSK'nın envanterinden çıkma değil mi? TSK neden o silahların nasıl edinilmiş olabileceğine dair tek satır açıklama yapmıyor?
- O silahlar TSK'dan çalındı mı? Eğer öyleyse nasıl çalınmış olabileceği incelendi mi? Çalınma yöntemleri biliniyorsa, bir daha gerçekleşmemesi için gerekli önlemler alındı mı?
- Hem çalınan silahlara, hem silahları çalanlara hem de çalma koşullarını azaltmaya yönelik araştırma ve soruşturmalar var mı? Varsa niye açıklanmıyor, kamuoyuna? "TSK'dan çalınmış olsa bile, bir daha olmayacak" güvencesini TSK'dan başka kim verebilir?
- Silahlar, 'Ergenekon' soruşturmasını yürüten savcıların denetimindeki operasyonlarda bulunuyor. Dolayısıyla, 'Silahlar, Ergenekon örgütünün amaçları için kullanılacaktı' iddiası kuvvetle benimsenmiş oluyor, bu ihtimalin 'kanıtlanması' halinde, şu andaki sessizlik TSK'ya daha büyük zarar vermeyecek mi? Buna rağmen sessizlik niye?