Eğer bir ülkede "Birileri" şu ya da bu şekilde iktidarı devirmeyi kararlaştırmışlarsa... Bu amaca ulaşmak için şiddet eylemleri de göze alınır hale gelmişse... Ülkenin kurumlarının uzlaşmaları aramaları gerekirken, o ülkedeki devletin erkleri arasında karşılıklı suçlamalar içeren mesajlar kamuoyu önünde gelip gidiyorsa...
Böyle bir ülkede "Ekonomik istikrar"ı korumak da, "Toplumsal huzur ortamı" nı sürdürmek de fevkalade zorlaşmıştır. Bu ülkenin "Gerçek gündem" i bu tablo içinde "İstikrarsızlık ortamı nereye kadar tırmanabilir" sorusunda kilitlenmiştir.
Bu gibi durumlarda o ülkedeki akıllı ve sorumlu siyasi kadrolar, iktidarı ve muhalefeti ile birlikte demokrasiyi tehditlerden nasıl koruyacakları konusunda birleşirler ve ulusal uzlaşmalar üretirler. Çünkü demokrasi hedef alındıysa, burada iktidar kadar muhalefet de tehdit altındadır.
Tabii ki siyasi istikrarın ana sorumlusu, iktidardır.
Ancak şu andaki AK Parti iktidarı da, ana muhalefet CHP gibi söylemleri ve tepkileri ile, demokrasiyi hedef alan "Birileri" ne adeta yardım etmektedir.
Ülkede AK Partili olmayan kesimlerin de aynı heyecanla desteklediği "AB'ye Üyelik Projesi" unutturulmuş gibidir. TBMM'deki Anayasa değiştirecek çoğunluğa sahip olunmasına rağmen değiştirilemeyen konular, sanki kamuoyu tartışmasına açıldığında bir sonuç çıkacakmış gibi polemiklere çekilmektedir. Her dakika her fırsatta ayak üstü verilen demeçlerle, gereksiz "Rejim tartışmaları" na adeta çanak tutulmaktadır.
En tehlikelisi de, iktidarın bu gerçek gündemi "Yapay gündem" olarak görmesidir.
GÜNDEMİ GÖRMEMEK
Birilerine laf yetiştirilerek bu gündemden çıkılacağı varsayılırken, istikrarsızlık ve gerginlik tırmandırılmaktadır.
Geçmişte benzeri gerçek gündemleri göremeyen veya görmezden geldikleri zaman gündemin de yok olduğunu zanneden siyasi kadrolar, demokrasinin rafa kaldırılmasına da seyirci olmuşlardır. Örneğin dönemin başbakanı Erbakan "Susurluk" sonrası toplumdaki çalkantıyı "Gulu gulu dansı" diye nitelemiş, 28 Şubat 1997 Muhtırası ertesindeki tabloyu da "Yapay gündem" şeklinde algılamıştır. Bunun gibi askerlerin 27 Aralık 1979'da zamanın cumhurbaşkanı Korutürk'e verdikleri muhtıraya rağmen, Demirel'li ve Ecevit'li siyasi kadrolar cumhurbaşkanı bile seçemeden 12 Eylül müdahalesine kadar kavgalarını sürdürmüşlerdir.
Şu anda da buna benzer tablolar vardır. Örneğin Şemdinli İddianamesi ertesinde, ana muhalefet olayı "Sivil darbe girişimi" gibi sunarken, iktidar da savcının görevden alınmasını "Hukukun gereği" gibi görmüştür.
Sonuçta suikasta kurban giden Danıştay yargıcının cenazesinde iktidarın bakanları sözle ve elle tacizlere hedef olurken, muhalefet liderleri de yuhalanmışlardır. Yani hukukun, demokrasinin ve siyasetçilerin tartışma konusu olduğu bir ortamı, birileri yaratmışlardır.
Böyle durumlarda, siyaset mesleğinin gereklerine uyulmak kaçınılmaz bir şarttır. Yaşanan gergin ve tehlikeli ortamdan çıkmanın yolları da vardır.
ÇIKIŞ YOLLARI
1- Önümüzdeki yılın mayıs ayında yapılacak Cumhurbaşkanı seçimi gerginliğin ana nedeni olarak görülüyorsa, iktidar partisi ve muhalefet partileri bir araya gelip, seçilecek kişinin kimliği ve kişiliği konusunda şimdiden bir uzlaşmaya varırlar. Bu konunun tartışma alanı dışına çıkarılması ortamı hemen yumuşatır. Eğer bu uzlaşma olmazsa çözüm erken bir genel seçimdir.
2- Her yiğidin yoğurt yeme biçimi farklı olsa da, demokratik bir ülkede toplumsal uzlaşmalar yok olmuşsa, o ülkede karar seçmenlere bırakılır. Yani ülkede genel seçim yapılır. Seçmenlerden oluşan "Sessiz Çoğunluk" devreye girince "Gürültücü Azınlık" etkisiz kılınır. Bu açıdan cumhurbaşkanlığı seçiminden önce yapılacak bir erken genel seçim, tüm komploları havada bırakabilir.
Hiç unutulmaması gereken bir evrensel gerçeği bir kez daha hatırlatalım.
Demokratik bir ülkede iktidara seçmenlerin oyları ile gelinir. Ama bir ülkede iktidardan gitmenin yolları sayısızdır ve bu yollardan hiçbirinde seçmene danışılmaz. Hele bir de o ülke Ortadoğu coğrafyasında bulunuyorsa, iktidarı devirmeyi amaçlayan birilerinin ne kadar yerli ne kadar yabancı olduğu tam kestirilemez.
Son söz olarak hep tekrarladığımız Hemingway'in "Cesaret" tanımlamasını yine hatırlatalım:
- Cesaret tehlikenin üzerine gitmek değil, tehlike karşısında zarif davranabilmektir.