İnsanlık "Meşruluk" konusunu bir türlü evrensel ve herkes için aynı olan kurallara bağlayamadı. Tıpkı neyin "terörizm" kapsamına girdiğinin belirlenememesi gibi bir durum bu.
Biz de mesela sosyopolitik yaşamımızda "seçilmiş" olmanın "meşru" olmakla aynı anlama gelmediğini, askeri müdahaleler ertesinde hukukçularımızın "Darbenin meşruiyeti" konusunda verdikleri fetvalarla öğrenmedik mi?
Babil Kralı Hamurabi'nin (MÖ.1795-1750) vatandaşlar arasındaki ilişkileri kurallara ve bunlara uyulmamasını müeyyidelere bağlayan yasaları yazılı hale dökmesinden bu yana 4000 yıla yakın zaman geçti. Ulus devletler arasındaki ilişkileri kurallara bağlayan Westfalya Antlaşması'ndan (1648) bu yana da neredeyse 400 yıl geçti.
Ama hala sayısız bireysel ve toplumsal davranışlar üzerinde, evrensel hukuk da, yerel hukukular da ortak kurallara sahip değiller. En sıcak konu olan Filistin'deki "seçilmiş" Hamas yönetiminin ABD ve İsrail tarafından meşru sayılmaması, bunun son örneğidir.
Türkiye'deki AK Parti iktidarı da, Hamas'ın bir yöneticisini davet edip diyaloga girdiği için, Amerikalı Neo-Con'lar tarafından neredeyse gayrımeşru ilan edilmek üzere gibi.
Bu arada Türkiye'deki seçilmiş DTP'li belediye başkanları, Güneydoğu kentlerindeki sokak eylemleri sırasında seslendirdikleri söylemler yüzünden, ceza yasaları ile karşı karşıyalar. İstanbul'un seçilmiş belediye başkanı Tayyip Erdoğan da, Siirt'te okuduğu şiir yüzünden hapse girip siyasi yasaklı olmamış mıydı?
Türkiye'de ise, AK Parti iktidarının yargıyı siyasallaştırma eğilimi içinde olduğu, yargı organlarının sözcüleri tarafından iddia ediliyor. Hatta bu böyle giderse yargı mensuplarının cüppelerini giyip sokaklara çıkabilecekleri de ima edilmekte.
Buna karşı yargının da, siyasete müdahale ettiği ve yasamanın yetkilerini üstlendiği bazı hukukçular tarafından iddia edilmiyor mu? Örneğin Anayasa'nın açıkça yasaklamadığı her alanda TBMM yasa çıkarabilir. Bu anayasa hukukunun temel bir ilkesi. Ama dün Taha Akyol'un Milliyet'te örneklerle vurguladığı gibi, bazen Danıştay, bazen Anayasa Mahkemesi yasalara ve anayasaya aykırılıkları "denetlemek" yerine, "yerindelik" yapıp kanun koyucu gibi davranmaktalar.
Bu durumda yargı kararlarının meşruiyeti de tartışma konusu olmaz mı?
Mesela Türkiye'deki Hükümet, Danıştay'ın ve Anayasa Mahkemesi'nin bazı kararlarına karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde iptal ve tazminat davası açsa ne gibi bir durum çıkar ortaya?
Uluslar arası siyaset ile devletler hukuku nasıl birbirine uymuyorsa ve bazı yerel yönetimlerin davranışları "Devlet Terörü" veya "İnsanlığa Karşı İşlenen Suç" kapsamında değerlendirilirken, bazılarınınki "Terörizme Karşı Mücadele" şeklinde ele alınıyorsa, iç siyasette de ideolojik kamplaşmalara göre herkes kendince "gayrı meşruluklar" listeleri düzenleyebiliyor. Kimi "Rejim Düşmanı" kimi de "Demokrasi Düşmanı" ilan ediliyor bu hengamede.
Bu karmaşık dünyada yine Milat öncesine dönüp Çinli bilge Konfiçyus'u (M.Ö.551-M.Ö.479) hatırlayalım. Şöyle demiş:
- Karanlığa söveceğine kalk bir mum yak!
Düşünce karanlığına ve doktriner saplantılara karşı "kuşku", "özgürlük", "çok seslilik" mumlarının yakılabilmesi, bu çağın en büyük nimetidir.