Gazete koleksiyonlarını, TBMM zabıtlarını karıştırın, göreceksiniz. Türkiye'de iktidar ve muhalefet sözcülerinin birbirleri hakkında söylemedikleri söz ve yapmadıkları suçlama kalmamıştır son 60 yılda. Kullanılan kelimeler arasında "Eşkıya", Psikopat", "Kaz çobanı" benzeri tanımlamalar da vardır.
Askeri müdahaleler bu tartışmalara ara verdirince bu defa askeri darbelerin sözcüleri, devrik iktidar ve muhalefetler hakkında ağır sözler söylemişlerdir. Sonra demokrasiye yeniden dönülmüş ve siyasetçiler kaldıkları yerden birbirleri hakkında eski üslupla konuşmaya başlamışlardır.
Son Bütçe görüşmeleri sırasında Baykal'la Erdoğan arasındaki söz düellosu üzerinde yapılan yorumları okurken, toplumsal hafızanın ne kadar zayıf olduğunu bir kez daha gördüm. Sanki bu tür bir karşılıklı atışmanın ilk kez duyulduğunu zannederdiniz bu yorumlara bakınca. Buna herhalde en fazla CHP Genel Başkanı Deniz Baykal şaşırmıştır. Siyasi yaşamı boyunca yaptığı benzer içerikli konuşmalardan kaçıncısını tekrarladığını düşünüp, yine de bunun ilk kezmiş gibi ilgi görmesine herhalde hayret etmiştir.
Bence bu noktada Sayın Baykal'ın bir durum değerlendirmesi yapması ve bundan sonra farklı bir çizgi üzerinde nasıl politika yapması gerektiğini düşünmesi daha doğru olur. Yakın siyasi tarihimizde Baykal liderliğindeki CHP, iki büyük hatayla bir keresinde iktidardan, diğerinde de TBMM'den dışlandı. Bitmez tükenmez CHP kurultaylarından birinde partisinin başına geçince, o sırada var olan DYP-CHP koalisyonunu (1995) bozup erken seçime götürdü ülkeyi. Sonra da 1997'deki " 28 Şubat'ın atanmış hükümeti" ne nedense destek verdi. Arkasından bu desteğini çekip, DSP'nin en büyük parti, Ecevit'in başbakan olmasına dayanan ve CHP'yi de baraj altında bırakan 1999 seçimlerine yönlendirdi siyaseti.
Yani çok kısa vadede siyasi hesapları hep yanlış çıktı. Partisini baraj altına düşürdüğü için bırakmak zorunda kaldığı CHP Genel Başkanlığı, şimdi yine Baykal'ın elinde.
Ve kanımca partisi içinde de, iktidara dönük politikalarında da yine kısa vadede yanlışları kanıtlanacak bir çizgi izliyor.
Bilelim ki şu anda ülkede bir iktidar boşluğu veya bir kriz beklentisi yok. Bunun sayısız göstergelerini özellikle ekonomiden verebiliriz.
Ancak ülkede bir muhalefet boşluğu var ve "Bu AK Parti yine tek başına iktidar" olur beklentisi yaygın biçimde seslendiriliyor. Baykal'ın bu son çıkışlarının bu tabloyu değiştirdiğini söylemek de pek mümkün değil.
Bana göre bu tablo, ancak seçilme barajının indirilmesi, Türkiye'de demokratik temsilin daha genişletilmesi ile mümkündür. Bu arada parti içi demokrasi olgusunun da mutlaka güçlendirilmesi gerekiyor.
Ama Baykal, Erdoğan hakkında ne kadar sert ifadeler kullanırsa kullansın, temelde Erdoğan'ın aynadaki yansımasından farksız bir görüntüdedir. Barajın indirilmesine karşıdır. İktidarı "Partizan kadrolaşma" konusunda suçlarken, kendi partisindeki "Baykalcı kadrolaşma" yı en aşırı biçimde sürdürdüğü için tutarsızdır. Ve neticede CHP içindeki rakiplerine karşı kullandığı üslup, Erdoğan'a karşı kullandığı üsluptan daha az sert değildir.
Bir acı gerçek de şu... Merkez sağın son yarım yüzyılda çıkardığı liderler, Demirel, Özal ve şimdi de Erdoğan, ülkede icraatı, yapıcılığı, değişimi temsil etmişlerdir. Ama Ecevit'ten Baykal'a uzanan çizginin siyasetteki yansıması sadece "Konuşmak" ve "Öfkelenmek" olmuştur.
Bu yargı acı olabilir ama ne yazık ki gerçektir. Oysa ülkenin gerçekten değişimci, icraatçı ve dünyalı bir merkez sol partiye ihtiyacı vardır.