Siz istediğiniz kadar "Türkiye'nin bunca sorunu varken, Hülya Avşar' ın boşanmasına takılmak olur mu" diye söylenip durun. Elinize gazeteyi aldığınız zaman önce Anayasa Mahkemesi'ne ilişkin tartışmaları mı, yoksa Bülent Ersoy'un açıklamalarını mı okuyorsunuz?
Magazin haberleri olmasa, basın resmi gazeteden daha çekici olur mu sanıyorsunuz?
Mesleğimin gereği tabii ki ben, bütün gelişmeleri ayrıntıları ile izlemek zorundayım. AB içindeki Türkiye'ye ilişkin tartışmalar, Yüce Divan'da bir dönemin yargılanması, sokağa yansıyan çeşitli gerginlik konuları, Irak Anayasası'na yansıyan Sünni-Şii gerginlikleri, New Orleans'da süper gücü sıfırlanan ABD'nin ikilemi, Çin'in Avrupa gümrük duvarlarını delmesi, özelleştirmeler, tıpta ve teknolojideki gelişmeler, v.b.
Örneğin bugün, Yargıtay eski başkanı Doç Dr. Sami Selçuk'un "8sutun.Com"da yayınlanan ve bazı yargı organlarının gereksizliğine işaret eden görüşlerini, bunlara katılarak ele alabilirim. Şöyle diyor Selçuk özetle:
- Türkiye'de "Yüksek Mahkeme" kavramı aşındırılmış biçimde kullanılıyor. Türkiye'de yüksek mahkeme yoktur. Anayasa yargısı, adli yargı ve idari yargı bir mahkemede birleşmişse buna "Yüksek Yargı" denilir. Yüksek mahkemelerde, sadece yargıçlar bulunur. Bunların sayıları 150 olmaz, 8-15 arası olur. Bu tür yüksek mahkemede başkan değil "Baş Yargıç" vardır. Yüksek mahkeme ilkelerle uğraşır, yılda en fazla 50-200 dava gelir. Örneğin 1993'te Yargıtay'ın kuruluş yıldönümüne Kanada Yüksek Mahkemesi davet edildi. Onlar "Siz Yüksek Mahkeme değilsiniz" diye gelmediler. Biz "Yüce Mahkeme" demeyi bilmediğimiz için "Yüksek Mahkeme" diyoruz bizdekilere.
Örneğin bu konu üzerinde yazmak bana çekici geldi.
Ancak interneti ve gazeteleri dolaşırken herkese çekici gelecek konular da çıktı karşıma. Vakit gazetesinde Adem Demir ve Nazif Karaman, Bülent Ersoy'la bir söyleşi yapmışlardı. Benim de çok şey öğrendiğim bu söyleşiden bazı bölümleri aktarayım:"
- Sanat camiasındaki insanların günah sevap kavramları biraz farklı oluyor. Dini inançlarınız sizi günah işleme konusunda kısıtladı mı?
- Türkiye'nin tozunu attırdığım döneme denk gelen 81 yılına kadar kimse benim bir ilişki yaşadığımı ispatlayamaz. Ben içimin yangınını dini itikatlarımla söndürdüm. Dini inançlarım gereği hep arındırdım kendimi. 54 yaşındayım, ameliyatımdan sonra hayatıma sadece 5 erkek girmiştir. Diğer sanatçılara bakın bakalım, hayatlarına kaç erkek girmiş.
Nikah kıymadan kimseyle olmadım.
- Bir söyleşinizde "Cinsiyetimi amaç ve araç için hiç kullanmadım" demişsiniz...
- Asla. Nice kadınlar vardır, kendi kazançları olsun diye zengin işadamları ile birlikte olurlar. Beraber olduklarıma bakarsanız, hepsi çoluk çocuktur. Üstüne bir de para verdim.
- Sizin cinsiyet değiştirmeniz bir zaruretten kaynaklandı bildiğimiz kadarıyla... Ama bir de keyif için cinsiyet değiştirenler var. Bunlara mesajınız ne olacak?
- O kadar ayıp bir şey ki, nasıl bir mesaj verebilirim... Cinsiyetini araç ve amaç için kullananların yaptıklarını doğru bulmuyorum. 8 sene yasaklı kaldım... Bu süre içinde ben yanlış yapmadım, zinadan uzak durdum ve daha sonra da gönlümün isteği ile birlikte oldum.
- Birlikte olduğunuz insanlarla nikah kıyar mıydınız?
- Bir tek kişi ile resmi nikah kıydım.
- Peki, dini nikah?..
- Elbet... Ben o günahı alır mıyım sırtıma? Dini nikahsız bir tek kişiyle bile birlikte olmadım.
Bugün gazetesinde de Nazlı Ilıcak "Hülya Avşar Olayı"nı anlatan yazısında şöyle demişti:
- Hülya Avşar' ı Bulvar gazetesinin tertip ettiği güzellik yarışmasından itibaren tanırım. Bir anlamda onu ben keşfettim diyebilirim. Yüzü o kadar güzeldi ki, vücudundaki ufak tefek kusurları jüri görmezden geldi.
Bunları okuduktan sonra Anayasa Mahkemesi'nin "Yüksek"liğinin derecesini mi, Bülent Ersoy'un dini nikahlı eşlerini mi, Hülya Avşar'ın vücudundaki ufak tefek kusurların neler olduğunu mu daha çok merak ediyorsunuz?