Parke döşeli daracık sokaklar, beyaz boyalı evler, küçücük vitrinler, restoranlar ve tepeden aşağı baktığınızda önünüzde uzanan harika bir manzara... Üç gün geçirmek için gittiğim SHA Welness Clinic'ten (buradaki deneyimlerim Pazar SABAH'ta) ayrılıp Valencia'ya doğru giderken, yolumuz buraya düştü. Zaten gittiğiniz yol bile sizi güzel bir yere ulaştıracağını vaat ediyor. Her taraf portakal bahçeleriyle dolu, hava güzel ve trafik yok. Altea'ya vardığımızda tepeye doğru tırmanıyoruz. Şoförümüz bize eski şehri göstermek istiyor. Arabadan indiğimizde bir masal köye geldiğimizi hissediyoruz. Her yer küçücük beyaz evlerle dolu. Ve her birinin duvarı rengarenk çiçeklerle boyalı. Evet, büyük bir sessizlik var, evet kimse yok ama keşfetmek için bundan daha güzel bir şey olamaz.
YENİDEN GÖRÜŞMEK ÜZERE ALTEA
Dar sokaklarda yürüyüp meydana ulaşınca kulağımıza bir müzik sesi geliyor. Nefes kesen deniz manzarasına karşı oturmuş bir müzisyen elinde gitarıyla kendini notalara kaptırmış, mutluluğun doruklarında... Birden mevsimimiz değişiyor. Her yerde begonviller, portakal ağaçları ve insanların sessiz adımları... Küçük bir kafeye oturup kahvelerimizi söylüyoruz. Kafenin sahibi mevsim nedeniyle köyün çok tenha olduğunu ama yaz aylarında dünyanın dört bir yanından turist geldiğini söylüyor. Akdeniz'in havası iliklerimize işliyor. Köyün meydanındaki kilise, bir turist kafilesinin ziyaretinden sonra yeniden sessizliğine gömülüyor. Evlerin duvarlarındaki resimler orada yaşayanların ruhunu yansıtıyor; mutlu, huzurlu, renkli... İstanbul'dan "Burada hava çok soğuk" mesajları düşerken telefonumuza, biz güneşi ve renkleri biraz daha soluyup yola koyuluyoruz. Ve diyoruz ki; yeniden görüşmek üzere. Altea...