Çöl, su ve birkaç ağaç bir araya gelirse...
Ve tam da orada gün doğuyorsa...
Bilen bilir, renkler bir anda buharlaşır gibi olurlar, hemen ardından tekrar ortaya çıkarlar...
Sanki dört mevsim yarım saate sığar.
Nasıl?
Çekip Instagram'a atacağınız bir fotoğraf bunu aktarabilir mi? İmkânsız...
Fotoğraflar çok donuk, çok "an"lık kalıyorlar.
Bazen kendi kendimize, içimizden mırıldanarak da olsa, mutlaka dile getirmek gerekir.
Refik Halid Karay işte bu konuda ustadır.
Sürgün romanında şöyle anlatır o yarım saat içinde renklerin girdiği hâlleri:
"Ateşten henüz çekilmiş bir reçel gibi kabardıklarını, köpüklendiklerini, tanelerinin yuvarlandığını görürsünüz; sonra o köpükler ve kaynama kesilir; önünüzde ne tam ışığa, ne de tam boyaya benzeyen duru, şeffaf, havadan hafif renkli bir eser kalır."
***
Geçen pazar Refik Halid'in
Nilgün romanından söz ederken, aklıma takıldı...
Sonra kitaplığımdaki bütün kitaplarını çıkardım,
altını çizdiğim yerlere baktım.
Çoğunlukla tasvirlerinin altını çizmişim.
Çünkü her tasvirinde bütün
"manzara"yı mecazlarla baştan kurup okuru içine sokuyor; yetmiyor, üzerinde durdurup düşündürüyor.
Mesela şahane romanı
Yezidin Kızı'nda denizin çölle yan yana gelişini
ne güzel anlatır: "Çölle denizde
huyları uyuşmamış iki ahbap ya da yıldız barışıklığı hasıl olmamış karı koca hâli var. Çöl denize
küsmüş, başını almış, buralara gelmiş,
somurtmuş yatıyor. Seraplar
belki de ara sıra zihninden geçen
hatıraların akisleridir."
***
Refik Halid'in
insanları tatlara, lezzetlere benzeterek tanımlamasına
da hayranım.
1947'de yayımlanan Anahtar'da Perihan'ı nasıl anlatıyor, biliyor musunuz?
"Perihan... Berrak bir portakal jölesi gibi göz dinlendiren bir rengi vardı."
Peki...
Bir sabah vakti,
patırtılı bir şehrin orta yerinde kırgın bir insanın ruh hâli nasıldır?
Onu da en iyi yazarımız bilir ve Yeraltında Dünya Var'da şöyle kelimelere döker:
"Sanki bu sabah benim kalbimin yerinde o balon duruyor, pörsüklüğünü görüyorum,
jelatinle kauçuk arası eczalı kokusunu alıyorum. Çocukluğumdaki balonu sünepeleşmiş bulduğum zaman; orta parmağıma takar, çeker, sonra yırtar, parçalar, atardım. Göğsümün içindekine aynı şeyi yapamadığıma kızıyorum."
Bilmem kaçıncı kez okurken, içimden of dedim,
off, böyle de anlatılmaz ki!..