"O akşamüstü Antoni'yle doğduğu, büyüdüğü ve hâlâ ailesinin oturduğu evin önünde ayrıldık. Bütün ısrarlarına rağmen içeriye girmek istemedim.
Ama bekleyip apartmanda ışığın yanmasını bekledim. 'İşte şurası' diye gösterdiği ikinci katın pencerelerine baktım, perdelerin arkasındaki gölgeleri gördüm ve "Ne kadar güzel bir hayat" diye düşündüm, çünkü bizden, çocukluğumuzdan geriye kalanlar ya çürüyor ya bir hayalet şehre dönüşüyor ya da bir müzede korunuyordu."
***
Şükran Yiğit'in
"Bir Kış Yolculuğu" romanında Krakow'dan söz ettiği bu bölümü
okurken öylece durup kalmıştım.
Anlatılanlardan, romanın kahramanlarından falan kopup
"Doğup büyüdüğümüz evler neredeler şimdi?" diye düşünmüştüm.
Oysa birçok ülkede insanlar hâlâ o evlerde yaşayıp ölüyor ya da aileleri büyüyüp genişledikçe o evler yeni aile üyelerine yuva oluyordu.
Çok uzaklara mı gidilmiş?
İçiniz çektiğinizde dönüp görüyordunuz o evi.
Hele akşamüstleri ışıklarının yandığı saatlerde, eşiğinde durup geçmişi hatırlamanın tadı bambaşkaydı.
Biz ne yaptık geçmişimize?
Kalkındık mı şimdi?
Konforumuza değdi mi?
O evleri yok edince içimiz kuş gibi özgürleşti mi?
Bilemiyorum.
Ama düşündükçe hüzünleniyorum.
***
Bir zamanlar...
Yirmi yıl öncesine kadar ne zaman
Bursa'ya gitsem,
Çelik Palas'tan Çekirge'ye doğru ağır ağır ilerleyip evleri sayardım.
Doğduğum evi görmek için...
Yıkık döküktü her gördüğümde...
Ama ben bakınca dedemi görüyordum; elinde ucu huni şeklindeki uzun sopayla benim için incir topluyordu.
Sonra pencerenin buğusunu minik ellerimle silip yemyeşil Bursa ovasına baktığım günler geliyordu aklıma...
İnanmazsınız, hakikaten yemyeşildi ova.
Çok şık apartmanlar yaptılar sonra...
Sonra galiba onların şıklığı da silindi gitti,
Nilüfer semtine taşındı şıklık denilen şey...
Yeşil ovayı mahveden şıklık...
Kuşağımdan kimsenin doğup büyüdüğü evler falan kalmadı.
Kalkındık!
Yani...
Öyle diyorlar, öyle dedik hep...
***
Bak şimdi!
Şu sıralarda da
Safiye Erol'un
"Ülker Fırtınası" romanını tekrar okuyorum.
Kadıköy, Mühürdar'ı anlatıyor bir yerde...
"Meyillice yolu pek hızlı yürüdüğü için biraz durdu, denize,
İstanbul tarafına baktı; manzara, lacivert üzerine kabartma işlenmiş bir harita gibiydi."
Ah! Ergenlik yıllarımın şahane Mühürdar'ı!..
Bazen gidiyorum.
Hâlâ eskinin tadı var, sanki, biraz, olabildiğince, zorlarsan...