Müşterisini yol ortasında bırakan minibüs...
Mezarlık duvarına sürtmeden geçebilme ustalığı gösteren İETT otobüsü...
Kentin ahtapot gibi tepelere uzanan sitelerden oluşmuş kolları...
Karadeniz kıyısına çıkayım derken park yeri daha öğlen gelmeden dolmuş Adana kebapçı...
Sonra fırın...
Art arda "köy ekmeği" tabelalı fırınlar ama ortada köy yok!
Kentten birkaç saatliğine kaçıyorum aklım sıra...
Geç bir kahvaltıya...
Durup dururken...
Sırf trafikten bunalıp yolumu değiştirdiğim için...
Biraz da hafta sonları herkesin arabalara doluşup gittiği yeri merak ettiğimden...
Bugün tenhadır oralar diye...
***
Ne dedim ben?***
Yol gitmek, uzaklaşmaya yetiyor mu?
Yol, kaçırıyor mu bizi?
Artık bu sorulara verdiğimiz cevaplar ne kadar cılız.
Emin değiliz cevaplardan...
Zaten ne kadar uzağa gitsek hep yakınız.
Yol Karadeniz kıyısında bir köye çıkacak.
Nihayet, kayınlar, çamlar, gürgenler...
Galiba...
Çünkü ağaçları tanıma kabiliyetimi kaybedeli çok oldu. Üzülmek fayda etmiyor.
Derken...
Vardım köye...
Kahvaltıcı, kahvaltıcı, kahvaltıcı...
Onun dışında her şey yıkık dökük.
Yol çok daha iç açıcıydı.
Meşhur olmak böyle bir şey işte!
Hava soğuk, sair gün, benden başka dolu bir masa daha var.
Bir de önümdeki kahvaltı tabağı.
Tek göz katılaşmış sahanda yumurta, pakette çikolata krema, bal taklidi şeker, tereyağı taklidi margarinimsi...
Ve küçük demlik çayla birlikte 120 lira hesap.
Daha anlatılacak çok şey var da...
Kentin uzağı, köyü, kırı, her yanı kent.
Bunu bilmek istemiyoruz ama böyle.
***
NOT DEFTERİ
Demek ki, kırsaldan çıkıp da doğduğu yerlerin kentleşmesini isteyenlerle aynı dili konuşmuyoruz. (LÜTFİ BERGEN / Kozmosta Yerlilik- Evlerimizi Kaybediyoruz)