"Çocukluğumda, bir Arabistan şehrinde ihtiyar bir kadın tanımıştık. Sık sık hastalanır, humma başlar başlamaz İstanbul sularını sayıklardı.
- Çırçır, Karakulak, Şifa Suyu, Hünkar Suyu, Taşdelen, Sırmakeş...
Adeta bir kurşun peltesi gibi ağırlaşan dilinin altında ve gergin, kuru dudaklarının arasında bu kelimeler ezildikçe fersiz gözleri canlanır, bütün yüzüne bizim duymadığımız bir şeyler dinliyormuş gibi bir dikkat gelir, yanaklarının çukuru sanki bu dikkatle dolardı."
***
Hayır! Eski İstanbul nostaljisi yapmayacağım.
Her dönemde kâh azar azar, kâh şiddetli ve pervasız bir darbeyle yere serdiğimiz bu şehre ağıt yakmak bile çoktandır hak ettiği "ağırlığı" kaybetti.
Yazık ki, ne yazık!
Ama bir nostaljik derdim var elbette.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın
"Beş Şehir"inden yukarıdaki satırları alıntılamamın sebebi de orada...
***
Biliyorsunuz, bir süredir pazar günleri
eski yazarların tasvirlerindeki bakış, kavrayış ve tasavvur kudretini ele alıyor, misaller vermeye çalışıyorum.
"Bu belagat sanatı çoktan demode oldu" falan demeyin bana! Çünkü bu iddianın kendisini demode buluyorum.
Her anlatı biçimi "
öz"ü sadece taşımakla kalmaz, aynı anda inşa da eder.
Anlatırken, anlatıldığı için bir kez daha "
olur" birçok şey...
O yüzden merak ediyorum...
Bir şehrin içme sularını hatırlamanın bile kurumuş bir gövdeye can verebildiğini fark edebilen
"çocuk gözler" geri gelebilir mi acaba?
***
Bakın, daha ilerideki satırlarda o ihtiyar kadının şiddetli İstanbul hasretini nasıl anlatıyor
Tanpınar...
"Kaç defa komşuluk ziyaretlerimizde, döşeğinin yanı başında, onun sırf bu büyülü adları saymak için,
bir mahzenin taş kapağını kaldırır gibi güçlükle en dalgın uykulardan sıyrıldığını görmüştüm. Bu mücevher parıltılı adlar benim çocukluk muhayyilemde bin çeşit hayal uyandırırdı. Dört yanımı
su sesleriyle, gümüş tas ve billur kadeh şıkırtılarıyla, güvercin uçuşlarıyla dolu sanırdım."
***
Bir şehir, bizim için nedir?
Onu nasıl kavrayıp dile getiririz?
Var mı böyle kişisel bir meselemiz bugün?
Tanpınar, babası ile İstanbul arasındaki ilişkiyi şöyle anlatıyor mesela...
"İstanbul bu kadın için serin, berrak, şifalı suların şehriydi. Tıpkı babam için, hiçbir yerde eşi bulunmayan camilerin, müezzinlerin, hafızların şehri olduğu gibi.
Bu Müslüman adam, kadere yalnız İstanbul'dan uzakta ölmek endişesiyle isyan ederdi."