Çok geç öğrendim...
Ege'nin rüzgarı hiç eksilmeyen bir kasabasında...
Rüzgar, konuşur.
Ürkmez, kaçmaz da eğer, kulak verirsen işitirsin ki...
Bazen fısıldayarak, bazen öfkeyle çok şey anlatmaktadır.
Sadece o kadar mı?
Başka sesleri de taşır.
Bazen açık kalmış bir televizyonun mırıltısını...
Bazen çok uzaklardan hızla gelip geçen bir kamyonetin hırıltısını...
Bazen mutfakta çocuklarına yemek hazırlayan bir annenin müşfik şarkılarını getirir.
Durup dinlemelidir.
***
Rüzgarla arkadaş olan denizcilere imrenirim.
Fakat asıl sevdiğim sessiz bir taraçada yalnız başıma oturup
az sonra çıkacak rüzgarı beklemektir.
Gelişini çok uzaklardan belli eden
bir sevgili gibidir.
Önce ağır ağır yaklaşır.
Derken...
Kurusun diye asılmış çamaşırlar, bahçenin ucundaki söğüt, taraçadaki masanın örtüsü sevinçle kıpırdamaya başlar.
Sonra birden gelip boynuna atlar, sarılır, kucaklar rüzgar.
O son an çok hızlıdır.
Göz açıp kapayıncaya kadar oluverir.
Tatlı bir sarhoşluk verir insana.
Bir baş dönmesi, sendeleme ve sonra kendini bırakış.
***
Şimdi yele, esintiye, hava akımına "
rüzgar" diyoruz ya...
İlk kullanıldığı metinlerde (mesela Atabet-ül Hakayık'ta) bu kelime "
zaman, vakit, müddet" anlamlarında kullanılmıştır.
Bu bana hep çok anlamlı gelmiştir...
Gerçekten de "
vakit"tir rüzgar.
İçi dolu dolu...
Sarsan, çarpan ve gelip geçen bir vakit.
***
Halk ağzındaki rüzgar isimlerini severim.
Mesela
Doğu Karadeniz'de mart başlarında esen rüzgara
"yaprakaçan" denmesine...
Geceleri batıdan esen rüzgara birçok bölgede "
dün yeli" adının verilmesine bayılırım.
Fırtınalar mı?
Onlar çok başka elbette...
Michael Ondaatje'nin "
İngiliz Hasta" romanının bendeki yeri ayrıdır. (Filmini de sevmiştim, insan hem
Juliette Binoche hem de Kristin Scott Thomas'ın oynadığı bir filmi sevmez mi?!)
İşte o romanda
Kuzey Afrika çöllerinde esen kum fırtınalarının anlatıldığı bir bölüm vardır, hep aklımda kalmıştır.
Her yeri insanı ateşe tutulmuş gibi yakan kızıl tozla dolduran Harmattan fırtınası mesela...
Ve "
fellahların kendilerini korumak için bıçak çektikleri"
Acec fırtınası...
***
Evet!
Geç öğrendim.
Ama güç olmadı.
İsmet Özel'in Amentü şiirini selamlayarak söyleyeyim.
"
Hayat, dört şeyle kaimdir."
Su ve ateş ve toprak ve
rüzgar.