Nisan ortalarıydı sanırım...
Işıl ışıl bir öğle güneşi en kuytu köşe sokaklara kadar sokulmuştu.
Bütün Kadıköy açık havada kurumaya çıkartılmış çarşaf gibi mutlu ve kıpır kıpırdı.
Okulumuz şimdi Akmar Pasajı'nın olduğu yerdeydi...
Öğlen tatili miydi, yoksa onca uslu öğrenciliğime rağmen küçük bir "okul kırma" denemesi miydi, hatırlayamıyorum.
Ama daha dünmüş gibi aklımdan silinmeyen şey şu...
Kendimi eski evlendirme dairesinin oradaki dalgakıranda bulmuştum.
Lacivert okul ceketimi usulca katlayıp başımın altına koydum ve üzerimde gömleğimle güneşin ısıttığı taşlara uzandım.
Göğsümde ve karnımda güneşin, belim ve sırtımda taşların sıcaklığı öylece kaldım.
Ve o gün içimden yemin ettim...
Yakmayan, bunaltmayan...
Alabildiğine müşfik bahar güneşiyle aramdaki aşka hep sadık kalacaktım.
***
Makro gündem kenarda dursun biraz...
Azıcık da bizden, sıradan hakikatlarımızdan ve hatıralardan söz edelim istiyorum.
Şu karantina mesela...
Benimle nasıl dalgasını geçiyor, bilseniz.
Bütün bir kış kapıyı üzerime kilitleyip gitseler, sesimi çıkarmam.
Ama
bahar geldi beni içerilerde tutmak ne mümkün!
Şafak vakitleri küçük valizimi kaptığım gibi Darıca feribotlarında buldum kendimi...
Hayıtların moruna, katır tırnaklarının sarısına bakıp bakıp başımı döndürmek için
durmaksızın yol giderdim.
Hele kişisel zamanımın kışa doğru yol almaya başladığını fark edince iyice sarıldım baharlara...
Eski okurlarım hatırlarlar...
Az mı yazdım, az mı sordum şu köşede; "
daha kaç baharım kaldı benim?" diye...
Oysa şimdi sabahları
tüllerin arasından içeri sokulan kayısı rengindeki ışık huzmelerine hayranlıkla bakarken bir ev kedisinden
farkım yok.
***
Ama ne var?
Hatıralar...
Gençlikteki hayallerimizin yıllar geçtikçe yerini alan hatıralar...
Beklentilerin yerini alan tatminler ve derin bir şükür duygusu...
Dün oturdum;
tabletimi, twitter'ı, ınstagram'ı bir yana bırakıp hatıralarımı kurcaladım.
Ahmet şöyle, Ayşe böyle yapmıştı türünden hatıralar beni çok çekmiyor.
Tuttum, zihnimin bir köşesinde kayda geçip saklanmış bahar güneşlerimi geri çağırdım.
Ne güzeldiler!
Ah,
henüz inin cinin top attığı yıllarda Asos iskelesinde bir mayıs öğlesi var ki!..
Kanlı canlı, hala içimde sımsıcak...
Şimdi yazarken bile burnuma
yosun, iyot ve uzaklardan barbun kızartma kokusu geliyor.