Gündelik hayatın çarklarından kurtulup dışardan bakmak kolay değil...
O yüzden nasıl bir dünyada yaşamaya başladığımızı anlamakta zorlanıyoruz.
Yalanın, yapayın hayatımızın ayrılmaz parçası haline gelişini fark edip bilemiyoruz.
Yok! Irak'tan, İran'dan, ABD'den, makro politikadan veya post modern kültür kavgalarından konu açmayacağım.
Yuttuğumuz palavraları hatırlatmak istiyorum bugün...
Bilmem, son zamanlarda yapılan gıda analizleri dikkatinizi çekiyor mu?
***
Hava nihayet soğudu.
Salep ne güzel gider şimdi, diyorsunuz, değil mi?
Marketten alıyor evde yapıyorsunuz.
Tat tanıdık ama tuhaf.
Çünkü içinde bir damla bile salep yok.
Salep bulunan markada da oran binde bir buçuk.
Hele aylar boyu çocukların yediği
market dondurmalarını düşünün!
Allı pullu, şekil şekil dondurmalar.
İçlerinde her şey var.
Ama dondurmanın zerresi yok.
Fındıklı kek alıyorsunuz.
30 gramlık üründe fındık özü 2 gram.
Ama hepsinde ne var?
Tabii ki, avuç avuç şeker var.
***
Dünyanın her yerinde durum bu.
Mesela bazı ülkelerde hazır yengeç salataları kapış kapış gidiyor ama içlerinde yengeç yok. (Olmadığı ancak DNA analizleriyle anlaşılıyor diye, var mı kabul etmeli acaba?) Görüyorsunuzdur, tereyağı pahalandıkça tereyağı havalı yağlar rafları dolduruyor.
"
Tereyağı altı suyu tozu" diye bir şeyden az bir miktar kanola yağına eklenmesi yetiyor; onu kullanan herkeste tereyağlı yemek yapmış duygusu uyanıyor.
İşin ilginci artık bunlar çok sıradan şeyler.
Endüstriyel gıda gerçeği bu artık.
***
Ama işe bakın ki, bir yandan da durmadan "
doğru beslenme"den konuşuyoruz.
Popüler kültür bize sürekli yediklerimize dikkat etmemizi söylüyor.
İyi peynir ye, hakiki süt iç, tereyağını ihmal etme, vs.
Aklımız
sağlıksız gıdalara takılı yani...
Sahte gıda konusuna, yani yuttuğumuz yalanlara değinmek ise pek hoş karşılanmıyor.
Oysa endüstri çoktandır "
sahici" bir şey değil, tat üretip pazarlıyor.
Bize "
sen tadına bak" deniyor, içinde ne olup olmadığının ne önemi var.
Böyle bir dünyada yaşıyoruz işte!
Bunun
dibine kadar politik ve ahlaki bir mesele olduğunu ne zaman
kabulleneceğiz?