Görüyoruz işte...
Memleketi her şart ve ahval içinde savunmaya sazlar çalıp türküler söylemek yetmezmiş...
"Seher yeli"ni bilmek, durduğun yeri sevmek değilmiş, leylim ley...
Memleket neymiş?
Elbette folklorundan ibaret değilmiş...
Ve elbette "Kahrolsun emperyalizm" sloganları atarak antiemperyalist olunmuyormuş...
Yani yüreğini kaptırmışsan bir kere allı pullu yabancı pohpohlanmalara...
Kendini kime sorsan fark etmez, leylim ley...
***
Solculuk işte böyle yukarıda tasvir ettiğim biçimde çürüdü, çürütüldü içten içe...
Sazlarının üzerine ayın şavkı vurunca,
"yerli" olduklarını sananlar, ezan okununca öfkeye kapılan, sala okununca
müezzin taşlayan zombilere çevrildiler.
Cihangir'in ağızlarına sakız edilen türkülerden "
memleket bilgisi ve sevgisi" çıkmazdı, çıkmadı.
Şimdilerde Nişantaşı'yla el ele tutuşan muhafazakarlığın da nasıl liberalleştiğini ve memleketi yerine (ne idüğü belirsiz) "
evrenselciliği" tercih etmeye başladığını izliyoruz.
***
İnsan, içi dışı nefret ve umutsuzlukla kaplanmışsa...
Kırgınlıklarını kendine bayrak yaparak ilerliyor ama hiç durup
derinden bir iç çekmiyor ve bastığı yere şükretmiyorsa...
Nasıl sever memleketini?
Sevmiyor, sevemiyorlar işte!
Hatta şimdilerde moda olan
politikleştirilmiş sevgi pıtırcıklığı yalanına da dikkatle bakın, göreceksiniz ki,
"içimizdeki ecnebiler"in hoyrat karanlığını örtemiyor.
Oysa halk ne güzel ve nasıl sakin biçimde biliyor ve talip olana öğretiyor: Memleket sevgisi, burada geçen hayatın çilesini de sevincini kucaklayan;
değer bilen ve değer veren sevgidir. Canı pahasına savunması bundandır.