Geçen gün şöyle bir haber başlığıyla karşılaştım, nevrim döndü: "Bilim insanları dünyanın en faydalı besininin badem olduğunu açıkladı."
Yok canım!
İnansak mı acaba?
Fakat bu zatlar her canları sıkıldığında bir başka besini "en faydalı" seçmiyorlar mı?
Daha düne kadar brokoli göklere çıkartılıyordu, n'oldu?
Sonra cevize, fındığa övgüler düzüldü.
Derken iş iyice egzotizme bindi ( sağlıklı gıda endüstrisi de az numaracı değildir hani!) ve "amazonlardan gelen mucize" söylemiyle akai çileği tanıtıldı, bilmem hatırlıyor musunuz?
***
Şimdi birçok insan gidip en iyi iç bademi arayacaklar ve
fiyatların pahalılığı karşısında dehşete düşecekler.
Ardından en berbat burgerciye girip plastik tadında köfte ve yanık patates tüketirlerse, hiç şaşırmam.
Bir kere şu gerçekle yüzleşmeliyiz...
Bu konular bir "
fayda" arayışından çıkıp kafa bulandırma alanları olup çıkalı çok oldu.
Üstelik
sağlıklı gıda ve sağlıklı yaşam arayışları arasında kurulan ilişki iyiye gitmiyor. Besinlerden sürekli
şüphe duyan ve özel diyetlerin gerektiğine
inanan obsesif (takıntılı) bir bilinç
topluma yayılıyor.
O da yetmiyor, iş giderek
seçkinler ve zenginler için sınıfsal ayrım çizgisine ve gösteri sahnesine dönüşüyor.
***
Öyle sanıyorum ki...
Yiyeceklerden önce "
yeme eylemi" üzerinde durmamız gerekiyordu.
Geleneğin "acıkmadan yemeyin, doymadan sofradan kalkın" uyarısını sadece "
nefs mücadelesi"ne bağlamakla hata ettik.
Oysa şu soru bile yeterince yol açıcıdır: Az yiyen ve doymadan kalkan biri sofrada hangi yiyecekleri ve yemekleri tercih eder?
Nimetin hakkını vermeye gelince...
"
Tadını bilmek"ten tadı güzel bir yiyeceği patlayıncaya kadar tıkınmaya nasıl geçtik?