Her şey ne hızlı değişiyor...
"Yahu çiğ et insanda iştah uyandırmaz, iticidir" diyecek kuşaklar çoktan sessizliklerine çekildi.
Çıplak (!) dana etine şaplaklar atan, kuzu etini artistik hareketlerle kesip havalara fırlatan adamlar ve onlara hayranlar ortalığı doldurdu.
Bir değil, iki değil, üç değil...
Bir tür et pornografisi aldı yürüdü.
Ne ilginçtir ki, kurban bayramlarında hayvanın derisi sıyrılırken arka odalara kaçan çocuklar büyüdüler; şimdi "etçiler"in kesme tahtası üzerinde sunduğu kanlı hayvan parçalarına bayılıyorlar.
Gelenek lafını ağzından düşürmeyen kesimlerin de bir farkı kalmadı.
Ünlü et restoranlarının önündeki kuyruklar uzuyor.
Bir de fiyatlar düşük olsaydı, ne olurdu, hayal edemiyorum.
Malum, sonunda kebabçılar da bu modaya kapıldılar.
Şişler artık kılıç gibi şakırdıyor, etler mıncıklandıkça mıncıklanıyor derken...
Sıra pilavcılarda...
Görmüşsünüzdür...
Pirinç taneleri önce dağ gibi yığılıyor sonra kepçe kepçe havaya fırlatılıyorlar.
Kimbilir, başka yiyeceklerin başına neler gelecek?
Çünkü ünlülük bu yoldan geliyor.
Bu saatten sonra, "nimete saygı nereye kayboldu?" gibi laflar etmenin ne anlamı var, bilemiyorum.
Yediklerimize "nimet" diye bakıyorsak, yani onu "rızkın ve lütfun" bir parçası olarak görüyorsak, saygıda kusur etmeyiz çünkü.
Ama ya tam da bu noktada bir değişim başladıysa?..
Bir de şunu vurgulayıp konuyu şimdilik kapatmak istiyorum...
"Dikkat çekmek" dediğimiz şey var ya...
Masum bir eylem sanıyoruz, ne olacak ki, diyoruz.
Oysa "fenalık" tam da oradan içimize sızmaya başlıyor.