Nasıl içten içe insanı çizen bir sitemdir şu dizeler...
"Hay! /Ben sizin ruhunuza çiçek aşısı yapayım / Da çiçekler açsın ruhunuzda."
Rahmetli Didem Madak'ın Ağlayan Kaya şiirinde yer alır.
Hemen arkasından gelen dizeler her şeyi çırılçıplak anlatır zaten: "Hadi alkışlayın! Biliyorum hâlâ biraz safım."
***
Dün öğle vakti
Hidiv Kasrı'nın içindeki minik fidanlığa uğradığımda fark
ettim...
Sanki herkes baharla birlikte şairin söylediğine benzer bir "
aşı" arıyordu.
Dükkânın taraçasındaki çiçek açmış bitkilere gözleri parıldayarak koşan
genç kadınlar...
Aldığı fidanı ektiğinde tutup tutmayacağını uzun uzun hesaplamaya çalışan
orta yaşlı erkekler...
Uzun bir ömrün dertlerini sardunyalara bakarak dindirmeyi çoktan öğrenmiş
yaşlılar...
Hepsi oradaydı.
***
Bu mevsimde fidanlıklara bayılıyorum.
Hele büyük fidanlıklarda sevdiğim bir semtte dolaşır gibi dolaşıyor, saatin nasıl geçtiğini anlamıyorum.
Ve her seferinde içimden soruyorum.
Beni ve benim gibileri buralarda "
iyileştiren" şey nedir?
Tabiatın her baharda bize verdiği eşsiz ders olabilir mi bu?
Vazgeçmemek...
Durmaksızın yenilenerek (ama nasıl bir hikmetse, hep aynı/ kendi kalarak)
yola devam etmek...
Baştan başlamak...
Bu liste uzar gider.
Ama esas mesele tabiatı içimizde bir yerlerde güçlü bir duyguya dönüştürmek ise
bizi asıl kendine çeken başka bir şey olmalı.
Dün gördüğüm koca bir saksıyı kucaklamış götüren genç kadının ve yanında koşturan küçük kızının yüzündeki gülümseme nereden kaynaklanıyor?
Bana sorarsanız, gündelik rutin içinde çok ihmal ettiğimiz, ihmal ettikçe ruhumuza kış bastıran bir duygu var ki, bu mevsimde onu yeniden hatırlıyoruz.
Ne mi?
Sevinç elbette.
O güzel kıvılcım.
Bizzat kendisi bir "
çiçekleniş" olan duygu, daha doğrusu güzeller güzeli bir hal.
Eğlence modasına yenilmemiş neşe yani...
Neyse...
Lafı daha fazla uzatmayayım...
Bir çiçekçiye uğramak veya yakınlardaki bir fidanlığa gitmek varken hâlâ bu satırlara takılıp kalmanın âlemi yok!