Doğrudur...
Kendimizden olanları, bizim gibileri severiz.
Fakat "öteki"ni, yabancıyı, aykırı olanı sevmeye kalkarsak...
Ya aramızdaki uçuruma yuvarlanır ya da âşık olur; öte yana zıplarız.
O yüzden bir tür "uçuş"tur aşk.
Kanat çırpmaktan yoruluncaya kadar öylece sürer gider.
Ve o yüzden çoğu zaman bir "çirkin ve güzel" hikâyesidir; farkların buluşmasıdır.
***
Biliyorum, yukarıdaki satırları okuyunca, içinizden "Hopp, noluyoruz!" diye geçirdiniz.
Söyleyeyim...
Oscar'a 13 dalda aday olup "
En İyi Film" dahil 4 Oscar alan "
The Shape Of Water"dan (Bizde "Suyun Sesi" adıyla gösteriliyor) bahis açmaya hazırlanıyorum...
Malum, filmin yönetmeni
Guillermo del Toro'ya da "
En İyi Yönetmen" Oscar'ı verildi. (Beş yıl içinde ödülü kazanan dördüncü Meksikalı. Hollywood bir oyun çeviriyor ama ne?)
Yabancıya; aykırı olana tutkuyla bağlanmaktan söz etmeme gelince...
Çünkü film böyle bir "
Beauty and The Beast/ Güzel ve Çirkin -Yaratık" hikâyesine yaslanıyor.
Orduya ait bir araştırma merkezinde temizlikçi olarak çalışan Eliza adındaki dilsiz genç kadın Amazon ormanlarından getirilip üzerinde gizli deneyler yapılan
insansı bir
su canlısına tutuluyor ve onu kaçırıp evine götürüyor.
Peki heyecan nerede?
Şu soruda...
Böyle bir aşka izin verirler mi?
Hele işin içinde "Ruslar" (düşmanlar) varsa...
***
"İyiymiş işte; üstelik tutkunun, romantik bir serüvenin yanına bir yığın güncel politik gönderme eklenmiş; eh, Oscar da kazandığına göre gidip görelim bari" diyecekseniz...
Siz bilirsiniz.
Ama benim fikrimi sorarsanız...
Filme harcadığım iki saat için pişmanım.
Ve Hollywood kafasına bir kez daha isyanlardayım.
Niye mi?
Çünkü Hollywood anlattığı her şeyi
masal haline getirmeyi sürdürüyor; filmlere taşıdığı
ciddi siyasal veya insani meseleleri karikatürleştiriyor; bu yolla sinema seyircisini ergenlik çağına geri itiyor.
Öyle bir
uyku endüstrisi ki...
Bu gidişle "Y
etti artık, bize hakiki insanı anlatın!"
diyecek tek kişi kalmayacak
ortada.