Biliyorum, sıcak gündemden kaçmak imkânsız!
Ama gelecek de çok hızlı geliyor!
Bir yandan da yakın geleceğin dünyasını ve Türkiye'nin buna nasıl hazırlanması gerektiğini düşünmeye başlama vaktidir.
Mesela bütün dünyada bölgesel savaşların yayılıp müzminleşmesi bekleniyor.
"Savaş makinelerinin efendisi" olarak bilinen ABD/Pentagon ile paranın efendileri (küreselciler) ve yeni müttefikleri Çin arasında patlak veren (ve şimdilik vekaleten sürdürülen) kavga ısındıkça ısınıyor.
Hatırlarsınız, Şi Cinping geçen yılın sonunda Çin ordusuna seslenmiş ve "ölmeye hazır olun" demişti.
ABD ve AB şok geçirdi ama bu sözler hiç de temelsiz değildi.
Hammadde kaynakları ve dağıtım yolları üzerinde egemen olma kavgası öyle diplomatik manevralar ve ekonomik hamlelerle halledilecek gibi görünmüyor.
***
Şu da var...
90'lar ve iki binlerin başında liberaller gelişen dijital teknoloji ve sermayeye
bakarak "yeni refah düzeni
dünya barışını mecbur kılıyor" derlerdi.
Bu tayfanın bizim medyadaki etkisi de fazlaydı. Basit mobil telefonlar üzerinden dahi ne parlak ve evrensel(!) hayaller kurduklarını iyi hatırlıyorum.
Fakat sonrası kötü geldi.
Bir elinde I-phone, öteki elinde Kalaşnikof; hem savaşan hem de savaş görüntülerini youtube'a aktaran kitleler ortaya çıktı.
Üstelik
yeni ve cici (!) sermayenin de hızla oligarşikleştiği ve seçkinlerin
refahından ötesini düşünmediği anlaşıldı.
(Bu "seçkinler" kelimesine mim koyun, sonra üzerinde çok duracağız.)
***
Belli ki...
Akıllı ülkeler "
iç savaş ve dış müdahale" tehditlerinden uzak durmayı becerecek, diğerleri ise çamura saplanacak...
O halde böyle bir geleceğe karşı Türkiye nasıl bir strateji geliştirmeli?
Bu çok hayati bir soru...
Ve gerçekte şu sıra
Afrin operasyonuyla başlattığımız süreç geleceğe dair
bir ışık tutuyor.
Türkiye sadece istiklali için değil, refahı ve büyümesi için de vakit geçirmeden sınırlarının çevresinde fiili ve diplomatik bir güvenlik çemberi oluşturmaya odaklanmalıdır.
Bu çember "
acımasız bir gerçekçilik"le çizilmelidir.
İçerde ve çevremizde barışın artık tek yolu budur.