Para pul...
Haz, keyif, tat...
Bu alanlarda yeni çağrılara hep açık kalıyoruz.
Fakat ne zaman ki, iş yapıp ettiklerimizi sorgulamaya ve üzerinde düşünmeye geliyor...
Bundan hiç hoşlanmıyoruz.
Maraton modası üzerine dünkü yazıma sosyal medyadan gelen tepkilere bakınca bu gerçeği bir kez daha anladım.
Mesela "koşuyorum, kafamı boşaltıyor; fena mı?" diye kızarak soruyorlar.
Tamam da...
Kafamızın "dolu" olduğundan bu kadar emin miyiz? Neyi boşaltıyoruz?
Neden rahatlamak için gezinmeyi bıraktık da koşmaya başladık?
Neden dünyanın her yerinde kitlesel maraton koşuları düzenlenmeye başladı?
***
Hiperaktif bir dünyadayız, dur durak bilmiyor.
Hiçbir yere odaklanamayan zihinlerimiz (kariyer hırsı hariç) öyle
kolay kolay disiplin altına alınamıyor.
Bir de orta sınıf beyaz yakalıların onca tüketime rağmen dinmek bilmeyen mutsuzluktan yakınmaları var.
Bütün bunlara
düzeni tehlikeye atmayacak biçimde nasıl bir çare
bulunabilirdi?
Küresel/ kitlesel kültür üreticileri çare olarak önce "
koşma"yı önerdi. Tuttu.
Hatta bağımlılık yarattı.
Sonra yavaş yavaş belirginleşmeye başlayan "
anlamsızlığın" üzerini örtmek için 500 ciddi atletin arkasına yüz binden fazla amatör koşucuyu takmayı denediler. O da tuttu. Hele "
hayır işi için koşmak" modeli uygulanınca bürokrasi, şirketler, medya bayıldı bu işe.
Tabii, giyim endüstrisi de durur mu? H&M gibi bir popülist marka bile
Alexandra Wang'a koşu kıyafeti tasarımları yaptırdı.
Düşünebiliyor musunuz? Son Londra maratonunda ne hayır işleri konuşuldu, ne de işin spor yanı. En gözde konu
Ashmei'nin maraton için ürettiği özel çoraplardı.
***
Her şeye karşın maraton koşmak başka bir şey...
Maratona katılıp yürüsen bile zihnindeki motivasyon "
çileciliği göze alma" cesaretidir.
Türkçeye garip bir seçimle "
Koşmasaydım Yazamazdım" adıyla aktarılan kitabında
Haruki Murakami de 42 kilometrelik maraton koşusunu
acıyla hesaplaşma olarak anlatır. Ona göre işin püf noktası şu: Acı çekersin ama "işinin bittiğini" düşünürsen, gerçekten bitersin!
Tam burada ünlü yüzücü
Ian Thorpe'un sözü aklıma geliyor: "
Acıya bağımlı oldum. Bunu özlüyorum.
Ağlama noktasına gelinceye kadar acı hissetmeyi özlüyorum."
Sonuç...
Devamını getirmeye yine yer kalmadı.
Galiba yanlış yapıyorum. Gazete köşelerinde bu meseleleri ele alıp hakkıyla anlatmak zor.
Vazgeçtim!