Seni kandıramam sevgili okur!
Kendimi de...
Buraya her şeye rağmen iç ferahlatan cümleler yazmamı ya da basmakalıp terör ve Türkiye analizlerini sıralamamı bekleme!
Duygusal ve kederli sözler de söylemek istemiyorum.
Öyle bir ortamdayız ki, böyle ifadeler çarçabuk nasırlaşıyor.
Sert günlerdeyiz.
O halde sert bakmaktan kaçınmamalı, sert gerçekliği kabul etmeliyiz. İyi şeyler...
Dehşete dehşet, kötülüğe kötülük, acıya acı, felakete felaket, yanlışa yanlış demekle başlar.
Önce onu bilelim.
Umut...
Umutsuzluğun bilinip tanındığı yerde doğar. Duadır o!
Onu da bilelim.
Ve bütün itişip kakışmaların, yaftalamaların, fikir ayrılıklarının, çatışmaların ötesinde önce acı sahiplerine saygı duyalım, destek çıkalım.
Öncelik onlarındır.
Siyasetin değil.
***
Peki sonra?
Pek "
hümanist", pek
duyarlı kırgınlıkların tekrar edilip durmasının giderek nasıl bir "
ara rejim ideolojisi"ne dönüştüğünü benim kuşağım iyi bilir.
İşte o yüzden diyorum ki...
Kaldığımız yerden devam etmek zorundayız.
Bu korkunç katliam hafızamızı ve yaşadıklarımızı bir anda silemez.
"
Yakında metropollerde bombalar patlayacak" diyen dağı bize unutturamaz, varlığını tehdit üzerine kurmuş ve sırtını o dağa dayayan siyasal yapıyı "demokrasinin gereği" olarak gördüremez.
O mitinge katılanları gözünü bile kırpmadan işten atacak
patron tayfasının şimdi birdenbire solcu kesilmesine inanmamızı sağlayamaz.
Tam terör örgütlerinin istediği gibi "
hayatı durdurmaya" kalkışan küçük burjuva tepkiselliği ve onun arkasına saklanan rantçı meslek birlikleriyle artık hiçbir işimiz olamaz.
Ve en önemlisi de şu ki...
Geniş halk kesimlerini türlü tezgâhlar, şiddet ve kaos yoluyla tekrar sessizliğe itmek isteyen
eski siyaset elitleriyle uzlaşmamız düşünülemez.
***
Şimdi buraya bir şeyler karalamak zorundayım diye ne seni ne de kendimi kandırabilirim sevgili okur!
Her şey göz göre göre oluyor.
Metin ol, emin ol, sıkı dur.