Kimileri sanıyordu ki...
Partilerin bir "hikâyesi" ve tarihi yokmuş, sanki hepsi seçim günü gökten zembille inmiş gibi davranılırsa...
Ortaya bir fikir koymayıp içinden "dilek" tutmakla yetinilirse...
Yüzde 54'ten bir cephe çıkartılabilir!
Ama olmuyor işte!
Bir kısım medyanın verdiği gaz, bazı yurtdışı odakların kulaklara fısıldadığı planlar yetmiyor; ham hayaller gerçeğe dönüşemiyor.
Tablo ortada: Bir araya gelip meclis başkanı bile seçemeyen partilerin 7 Haziran'dan ortak bir galibiyetle çıktığına kim inanır artık!
Eh geriye kırgın ergenler gibi oraya buraya çemkirmek kalıyor.
***
Tam bu noktada güncel siyaseti bırakıp hayata dönelim...
Uzlaşma süreci nasıl bir şey,
müzakere nedir ona bakalım... Malum, önümüzdeki günlerde bu kavramlar sürekli önümüze gelecek. İlk soru şu: Ortaya fikir koymadan, doğru düzgün bir teklifte bulunmadan,
akışa bırakarak herhangi bir şey müzakere edilebilir mi?
Hayır!
Müzakere kavramının kökenine bakın, anlayın.
Zikredecek bir şeyin olmalı.
Yani dişe dokunur bir fikrin, bir teklifin, bir "
söz"ün olmalı.
O da bir yana...
Müzakere etmek (bir sonuca bağlamak üzere görüşmek) aynı zamanda
sağlam bir psikoloji ve hesap işidir.
***
Uzmanlara sorarsanız, birçok insan daha müzakereye başlamadan pes edermiş...
Elbette bunun birinci nedeni içte büyüyen endişe hali.
"
Ya kaybedersem, ya doğru aday ben değilsem, ya teklifim yetersizse veya fazlaysa?" gibi sorularla hazırlanılan bir müzakereden hayırlı sonuç çıkması imkânsız gibi bir şey. Bir de iyi müzakerenin ve tabii uzlaşmanın olmazsa olmaz koşulları var...
Fikirlerinde kararlı,
karşındakiyle ilişkinde esnek olacaksın!
Davranışları değil, teklifleri tartışacaksın!
İmkânsızı isteme yeri değil, müzakere masası; mümkün olanları konuşacaksın!