On yıl öncesine kadar falan Batı medyasından birileri gelip kapımızı çaldığında...
İstedikleri tek şey vardı: "Bizi halkın içine sok!Gelenekleri, görenekleri bozulmamış, inançları gündelik hayatın dünyevileştirme hızına ayak uydurmamış kesimlerle tanıştır!"
Uluslararası medyada az çok "Ortadoğu uzmanı" olarak öne çıkmış bazı isimler vardı ki, özellikle Türkiye'deki İslami cemaatlerle tanışıklığı olan gazetecileri arar bulurlardı. (O dönem bu servisleriyle sivrilmiş ve bugün yorumcu olarak ün yapmış bazı gazetecilerimiz olduğu malum.)
Belki doğrudan Nâzım'ın şiirindeki gibi "Tevekkül, kısmet, kafes, han, kervan, şadırvan, gümüş tepsilerde rakseden sultan!" peşinde değillerdi, o devir çok eskide kalmıştı ama zihinleri aynı oryantalist kurguya dayanıyordu.
Farklı bir Doğu, farklı bir Türkiye, farklı bir Ortadoğu vardı ve onlar o büyüleyici "fark"ın içinde kendilerine müttefik arıyorlardı.
Çoğu solcuydu ve bizim sol zihniyetin "devletin kurucu ideolojisi" ile sakatlandığını doğru tespit emişlerdi.
Batı'nın sekülerizmi abarttığını ve bu durumun Batı dışı toplumlarla insan hakları düzeyinde bile iyi bir ilişki kurulmasını engellediğini düşünüyorlardı.
Dedim ya, nihayetinde oryantalisttiler. Antropolojik bir soğuklukla egzotik sıcaklığı yan yana getirip Türkiye'ye öyle bakıyorlardı ama bizim aydınımızla kıyaslandığında halkı çok daha iyi tanıyorlardı.